ideal benlik
PSİŞİK HALLER

Benliğin İdealize Hali

‘Ben kimim, nasıl biriyim, bu hayatta ne yapmak istiyorum, peki ya diğer insanlar beni nasıl görüyor, ya da diğerlerinin beni nasıl gördüğünü var sayıyorum?’ Bu sorular ve tüm olası türevleri yaşam boyu zaten biliniyormuş gibi, çok klişeymiş gibi, bilinse de n’olcakmış ki diye kendimize gerçek anlamda çok az sorduğumuz, cevabını pek de bilmediğimiz hatta çoğu zaman bilmek istemediğimiz sorular. Hepsi de kişinin yaşam boyu seçimlerini etkileyen, onu o kişi yapan cevaplar barındıran sorular olmasına rağmen.

Var mı Benlikle Bir Derdimiz?

Benlik, bir kişinin nasıl düşündüğü, algıladığı ve kendini nasıl anlamlandırdığını anlatan bir kavram. Sosyal psikoloji teorilerine göre 16-17.yüzyıllara kadar insanlar bugün anladığımız manada bir benlik düşüncesine ihtiyaç duymadı. Çünkü daha çok yaşadıkları toplum üzerinden kendileri tanımlıyorlardı o dönemde kendilerini. Çeşitli toplumsal ve tarihsel değişimlerle -Batı tarihindeki aydınlanma, sekülerleşme, sanayileşme süreçleri ve de psikanalizin gelişimiyle- benlik ve kimlik üzerine düşünce süreci de gelişti. Benlik her ne kadar psikolojinin konusu olmadan çok önce felsefenin, dinlerin ve insanlık tarihinin çok farklı evre ve bölgelerinde insanın sorgulamaları arasında hep yer alsa da, bu tartışmaları başka bir yazı konusuna bırakıp gerçek benlik ve ideal benlik konusuna dönelim.

“Şu an kimim?” sorularının cevabını bulamadan ölen insanlığın önüne her dönem olunması gereken prototipler konmuştur elbet. Hep daha iyi daha gelişmişin peşindeki insan için kendini ifade biçimi olarak ortaya konan benlik imajlarıysa insanlık tarihine görece oldukça yeni. Popüler kültürün ve gerçekte birileri tükettiği sürece kazanan sistem çarklarının günümüz insanına sunduğu ideal kişi olma yolundaki çabaları, içine doğduğumuz çağda sıklıkla deneyimliyoruz. Bu idealize edilmiş benlikler yaşamın her alanına öyle yayılmış durumda ki, kanıksamamak ve gerçek sanmamak mümkün değil. Peki insan, gerçekte kim olduğunu, ne istediğini ya da istemediğini, sahip olduğu tek yaşam hakkını nasıl sürdüreceğini, duygularını, düşüncelerini, davranışlarını, değerlerini seçebiliyor mu? Tüm bunların farkında olmadan nasıl özgürce seçim yapabilir ki insan?

İş yaşamımda daha başarılı olmak için daha girişken olmalıyım, sevgilimle aramı iyi tutmak için daha tavizkar olmalıyım, özgüvenli görünmek için kolayca hayır diyebilmeliyim, kazancım iyi görünsün diye daha pahalı bir arabaya binmeliyim, daha çok saygı görmek için klasiklerin tamamını bilmeliyim, ona haddini mutlaka bildirmeliyim, ileride insanlara ihtiyacım olur diye daha çok sosyalleşmeliyim. Çoğu zaman bu şart cümleleri kadar bile dürüst olmuyor insan zihninin kurduğu cümleler. Yapmak istediklerimiz hep bizim dışımızda bir şarta bağlı olsa da, öyle yapılageldiği için böyle mutlu olacağını düşündüğü için insan, bırakın benlik tasarımını beklentilerinde bile özgür olamıyor.

Gerçek Benlik- İdeal Benlik

Narsist tüketim çağında idealize olarak sunulan benlikler tasarlanırken bir kavram çok yanlış anlaşılmış olmalı. İdeal benlik denen kavram, psikolojide kişinin kendini gerçekleştirme ihtiyacından hareketle, üzerinde insancıl ekolün epey kafa yorduğu bilimsel bir kavram oysaki. En basit anlatımıyla gerçek benlik, mevcut benliğimiz, şu anda ne olduğumuzu anlatırken; ideal benliğimiz ise olmak istediğimiz bendir. Birey dış dünyayı algılar, bu dünyaya deneyim ve anlam yükler. Tüm bu anlamlandırmaların bütünüdür ben.

İnsancıl psikolojinin temsilcilerinden Carl Rogers’a göre insan özünde iyidir ve potansiyelini gerçekleştirmeye programlanmıştır. Özgür iradesi, seçme yetisi ve sorumlulukları vardır. Bir bakıma şartlar o kişi için olgunlaşmışsa süreç içinde belirli oranda kişilik ve davranış değişimi mümkündür. Yani ideal benliğe erişmek olasıdır. Kendini gerçekleştirme eğilimi de insanın daima ileriye gitme ihtiyacından gelir.

Rogers benliği üç parça olarak ele alır. Birincisine öz imaj der-kendimizi nasıl görüyoruz. İkincisi özgüven- öz değerdir-kendimize ne kadar değer veriyoruz, kendimize ne kadar sevgi gösteriyoruz. Üçüncüsü ise ideal benliktir ki, ne olmak istediğimiz, ne olmak için çaba verdiğimizi anlatır.

İlkel benliğimiz oluştuktan sonra kendimizi gerçekleştirme eğilimimiz oluşmaya başlar. Birey ömrü boyunca kendini gerçekleştirme çabasındadır. Aynı ekolden Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini hatırlayın. En üst basamakta bireyin kendini gerçekleştirme ihtiyacı vardı, her ne kadar Maslow, bu basamağa erişebilen insanların oranını %1 olarak hesaplasa da, bunun mümkün olduğunu belirtip pek çok kişisel gelişim çalışmasına ilham olmuştur.

İnsan İçin Mümkünün İmkansızlaşması

Sağlıklı bireylerde gerçek-mevcut benlikle ideal benlik arasında kararlı ve tutarlı bir mesafe vardır. Bu mesafe olmalıdır ki kişi kendini geliştirmeye, iyileştirmeye, tamamlamaya çalışsın. Eğer bu mesafe haddinden fazlaysa oluşacak boşluk kişide gerçeklikten kopuş, özsaygı ve özgüven yitimine ve doğal olarak umutsuz ve depresif bir ruh haline neden olacaktır.  Eğer arada hiç mesafe yoksa ortada bir gelişme arzusu ve çabası da yoktur. Yine arada bir mesafe yoksa orada şişmiş egolardan bahsetmek fazlasıyla mümkündür ki bu da bir anlamda gerçeklikten kopuşu ifade eder.

İnsancıl ekol kadar iyimser olmasam da, insanın gerçekleştirebileceklerinin eyleme dökebildiklerinden çok daha renkli bir spektrumda ve çok daha geniş kapsamlı olabileceğine inanıyorum. Hepimiz yüzlerce, binlerce odası olan köşklere sahip doğup deneyimler ve hayata yüklediğimiz anlamlarla zaman içinde bu odaların kapısını birer birer kilitliyoruz sanki. Süreç içinde çoğumuz bu odaların varlığını hiç ama hiç hatırlamıyor. En nihayetinde apart dairelerimizdeki konfor alanlarımıza hapsettiğimiz benliklerimizin sıkışmışlığında kıvranıyoruz.

Rengarenk odalarımıza bizim yerimize kilit vurmaya başlayanlar öncelikle tabi ki ebeveynlerimiz, bakım verenlerimiz, ilk öğretmenlerimiz ve ‘yapamazsın’la dolu bir yığın toplumsal kural oluyor. Sonrasında zaman ilerleyip kilidi de anahtarları da elimize alsak bile, öğrendiğimiz o yargılayıcı ve sınırlayıcı zihin yapısını içselleştirip alışık olduğumuz duvarları örmeye bizzat devam ediyoruz.

Bu durumu açıklamada Şema Terapi ekolünün mod modellerini çok işlevsel buluyorum.  İçimizdeki yargılayıcı ya da cezalandırıcı ebeveyn modlarımız bize, özgün odalarımızı ortadan kaldırmakta, kendimizi baltalamakta epey yardımcı oluyor maalesef. Bu sayede yetiştiğimiz ortamın atmosferini solumaya devam ediyoruz, böylece yuvamızda hissediyoruz kendimizi. Bağımsız birey görünümlü yetişkinler olsak da içimizdeki sesleri susturamıyoruz bir türlü. Rahatsız edici, huzur bozucu, mutluluk engelleyici, kendini bulamamacalı olsa da konfor alanlarımızı sahipleniyoruz, oradan bir adım dışarı atmak bize ölüm gibi gelebiliyor. Konfor alanlarımız, o sonradan bolca şikayet ettiğimiz sosyal ilişkilerimizi, yaşam tarzımızı, seçimlerimizi ve hayatımızın hemen her alanını etkiliyor. Birbirinin aynı hayatlar yaşıyoruz.  

Kişi aslında bir yandan kendisini olduğu gibi kabul edemiyor, diğer yandan kendi seçimleri dışında idealize ettiği benliğe ulaşmak için kıvranıyor. Doğuştan getirdiği genetik mirası, içine doğup büyüdüğü ortamın kokusunu, deneyimlerinden çıkardığı dersleri tam olarak anlamlandıramadan; bir diğer değişle mevcut benliğinin farkına varamadan idealize bir benlik peşinde koşmaya başlıyor.

Popüler Kişisel Gelişimin Vaat Ettikleri İdeal Bir Ben’e Ne Kadar Yakın?

Sınırlandırmaların gölgesinde özgünlükten uzak, birbirinin aynı mevcut benlikler yaşamak bir derece akla uygun geliyor da, ideal benliklerin tornadan çıkmış gibi aynı olması tuhaf gelmiyor mu size de? Popüler kültürün salık verdiği kişisel gelişim gurularının ideal-mükemmel benlik inşası çabalarını öncelikle insanın özgünlüğüne tezat oluşturduğu için doğru bulmuyorum.

İkinci olarak,  herkese aynı reçeteyle enjekte edilmeye çalışılan kendini gerçekleştirme ideali, kişiye yetenek ve becerileri, istek ve idealleri açısından henüz kendinin farkında olmadan olması gerektiği kişiye ulaşma çabasında faydadan çok zarar getiriyor. Kişinin mevcut benliği ile idealize ettiği benlik arasındaki fark bir uçurum kadar olduğunda bu durum, kişinin hayal kırıklığını ve yetersizlik hissini beslemekten başka da pek bir işe yaramıyor. Çünkü kişinin henüz kendisini tanımadan girişeceği ideal benlik yolculuğunda kendine koyacağı ütopik hedefler gerçekçi olmayacağından umutsuzluk yaratıyor, depresyonu körüklüyor.

Üçüncü olarak narsist, nobran, birbirini ezen ezene bir toplum yapısından beslenen- evet hala ölmedi- kapitalizmin ihtiyaç duyduğu tüketim bazlı sisteme uygun idealize benlik reçeteleri dağıtan popüler kişisel gelişimin üç vakte kadar çalışanlarını motive etme, beş yöntemle kocanı elinde tutma tavsiyelerini etik olmaması bir yana özgün bulmuyorum.

Bize dayatılan, zihinlerimizde idealize edilen, hayatta tutunabilmek için şart koşulan hedef benlikler, aynı estetik cerrahının elinden çıkmış yüzler gibi, aynı liderlik kursundan sertifika almış CEO’lar gibi, aynı çocuk yetiştirme sitelerinden kopya çeken anneler gibi aynı ve sıkıcı. 

Mantık ekseninde basit bir çıkarımla, insanın kendisini olduğu gibi görmeden, olduğu haliyle kabul etmeden, ne mevcut benlikle mutlu olmak mümkündür ne de zihninde tasarladığı, o hep olmak istediği, olursa kendisini gerçekleştireceğine inandığı ideal benliğe erişmesi.

Kendi İdeal Benliğini Kendin Yap

Seçimlerimizde ne kadar özgürüz? Tabula rasa’dan hareketle, keşke bebeklikte olduğu gibi saf ve özgür olabilsek. Sosyal varlıklar olarak ayna benliğimiz, kendimizi algılayış biçimimizin sübjektifliği, hayata ve kendimize bakışta kullandığımız filtrelerimiz- şemalarımız, deneyimlerimiz olduğu sürece benliğimize saf bir bakış, objektif bir iç görü mümkün değil. Yine de,  ideal benliğe ulaşma yolunda atılacak ilk sağlıklı adım, mevcut halimize mümkün olduğunca farkındalıkla bakabilmek olmalı.

Olsun, bu yolda yapılacak şeyler illaki var. Kişinin kendine yapacağı yolculuğu mistisize etmeden akılcı yöntemlerle farkındalık geliştirmesi, kendini keşif isteği bunların başında geliyor. Kişinin kendi duygu ve düşüncelerinin ayırdında olabilmesi, kendi davranışlarını mümkün olduğunca dışsal bir gözle incelemesi, bu davranışların nedenleri üzerinde düşünebilmesi de yapılacak şeyler arasında. Unutmayalım, ideal benliğe ulaşmak için öncelikle şu anki halimizden haberdar olmamız gerek. Tutum ve davranışlarımızın ardında yatan temel düşüncelerimize, çekirdek inançlarımıza odaklanmak değişim ve gelişim için temel basamaklardan sayılıyor.

İyi biliyoruz ki, kişinin mevcut benliğine odaklanmasında en büyük engel yine kendisi. Tabi ki, çevresel etkenlerin bizi büyük ölçüde demoralize ettiği, ciddi bir bıkkınlık ve vaz geçmişlik hali yarattığı da yadsınamaz bir gerçeklik olarak duruyor önümüzde. Ancak kendi benliğimize keşif için niyetlendiğimizde dış faktörlerden daha çok, bu faktörlerin etkisiyle geliştirdiğimiz egosal konfor alanlarımız hemen itiraz ve bahane mekanizmalarımızı devreye sokuyor. Bu noktada süreci açmaza sürükleyen en büyük sebep, içinde rahat hissettiğimize inandığımız konfor alanlarımıza mahkumiyetimiz ve kendisine sığındığımız bahaneleri entelektüel şekilde makyajlama kapasitemiz olarak görünüyor.

Kendine dev aynasından bak diyen beğeni tanrısının sözüne kulak asmadan ya da biraz ‘kabul’ dilenmek adına kendi sınırlarından taviz vermeye hazır asker olmadan bireyin kendini olduğu haliyle görüp kabul edebilmesi ideal benliğe erişmedeki en zorlu, en temel, en çözümcül basamak. Öyle ya, mevcut benliğin keşfi zaten içinde ideal benliği, seçimleri, gerçek beklentileri, ‘kendini’ gerçekleştirmeyi barındırmıyor mu zaten?

Kendini Bil ki Toplum da Kendini Bilsin

Engin Geçtan, İnsan Olmak kitabında şöyle der: ‘Bir insanın gerçek kimliği yaşadığı olayların ne olduğuna değil, o olayların kişi tarafından nasıl yaşandığına göre belirlenir. Özgürce seçim yapmaya hazırlıklı olmayan kişiler alışılagelmiş, onaylanacağı önceden belirlenmiş, kurallara uygunluğu saptanmış kararları verebilirler. Bu, bir üst otoritenin kararlarını yinelemekten öteye gitmeyen, esneklikten ve yaratıcılıktan yoksun bir olgudur.’ 

İnsan doğası gelişmeye, ilerlemeye, tamamlanmaya kodlanmış olduğundan kendisi için hedefler koyması, mutlu olduğu düşünce, duygu, davranış durumunda konumlanmaya çalışması onu elbette daha verimli kılacak. Kendimize güçlü ve iyileştirici bir bakış atmadan, mevcut benliklerimizi sorgulamadan imgesel benliklerin tanrılaştırıldığı bu topluma huzur hiç gelmeyecek. Herkesin aynı kriterleri karşılamak için yarış halinde olduğu ama özgün hiçbir şeyin üretilmediği boşuna telaş toplumu da dinginliği yakalayamayacak. Kendini abartılı sevmenin, şişirilmiş egoların, sapkın narsisizmin, acımasız bir rekabetin ortasından kendine yalın bir bakış çabası ise belki de hayatı sandığımızdan daha fazla yaşanılası kılacak.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir