‘Biri’ Olmak
Herkes ‘biri’ olmak ister. İnsanın en temel ihtiyacı var olup hayatta kalmak, en temel ihtiyaçlarından biri ise kabul görüp varsayılmaktır çünkü. Herkes biri olmak ister, ancak herkes o ‘biri’ni kendi içinde besleyip büyütmez. Çoğu insan benliğini başka gözlerde, başka merkezlerde arar. Kendi toprakları dışında inşa etmeye çalışır kendiliğini. Başkalarının gözünde biri olmak uğruna kendi benliğini sahtesiyle değiştirir. Hal böyle olunca da hem bireysel hem de sosyal anlamda sorunlar kaçınılmaz olur. İşte bu yüzden, biri olmak değil de benlik inşasıdır önemli olan. Herkes illaki ‘biri’ olur zaten.
Benlik inşası emek gerektiren uzunca bir süreçtir ve bazen bir ömür sürer. Ve bu süreç, hem insanın kendi dışındakilerle iletişimini hem de kendiliğini – bir bakıma içsel referans noktalarını- belirler. Yine de insan, benliği için vermesi gereken çabanın da, sonuçlarının da farkında değildir. Oysa kendi merkezini ne kadar beslerse insan, o kadar var olur; çevreyle ilişkilerinde bir çekim alanı oluşturur. Herkes biri olmak ister, ancak herkes özgün bir benlik inşa edemez. Bir hayat kurmak, bir ömür yaşamak bize belletilmeye çalışıldığı gibi toplumun bizden beklediği her ne varsa onları görev edinip ödev yapar gibi yaşamak değildir çünkü; biricik ve kendine özgüdür.
Başkasının Gözlerinde Aranan Benlikler
Benlik bilinci geliştirmeyen bireyler, ‘biri’ olmayı, başkalarının gözlerinde arar. Temas halinde olduklarının ‘biri’ olmaya verdiği anlam her neyse, onu olmaya çalışır. Kimi iyi eğitimin peşine düşer; kimi varlıklı olmayı veya bir eş ya da bir anne olmayı ‘biri’ olmakla eş görür; bazılarının içine doğduğu kurallar için erkek olmak, biri olmak için yeterli şarttır. Bazı durumlarda kaba kuvvete başvurmak gerekir biri olmak için, mafyavari örgütlerin içinde o ‘biri’liğini hisseder kişi. Bazıları için de önceden belirlenmiş ideal fiziksel özelliklerde ve yaşta bir kadın olarak benlik sunumu elzemdir.
İnsanın toplum içinde biri olma tutkusu, saygınlık ihtiyacının bir yansıması olarak belirir ve doğaldır da. Yapay olan ve özgün bir benlik inşası için tehlikeli olansa, bireyin içinde yaşadığı toplumda kabul gördüğü haline ilişkin içsel merkezine soru sormamasıdır. Günümüzde yaygınlaşan farkındalık çalışmaları bu sebeple önemlidir. Öyle ki, kendi hislerinin farkında olmayan, kendini ifade etmeyen benlik zayıflamaya ve kişinin varoluşunu tehdit etmeye mahkumdur. İnsanın kendi merkeziyle bağlantısı ve içgörüsü zayıfladığında başka merkezlerde değer arar. Bunun tersi de geçerlidir. Başka merkezlerde değer aradıkça kendiliği ortadan kalkar.
Yine de çok az insan sorar, ‘kabul görüldüğüm halimin ne kadarı bana ait’ diye. Genele yayılmış durumdaysa, çevresel kalıplar öyle normalleşir ki zihinlerde, dışarıdaki kalıpların her biri şeksiz şüphesiz ve de sorgusuz sualsiz kabul edilir; öylece, olduğu gibi. İnsanın kendine ait özgün referans noktaları olmadığında, çevresel faktörlerle başa çıkmak çok daha zorlaşır oysa. Kısa süreli çözümler benimsenebilir belki ama insan kendisi için sürdürülebilir bir kalkınma ve refah sürecini gerçekleştiremez. Yaşamında en ufak bir sarsıntı hissettiğinde, içinin sebepsiz bir acıyla ezildiğini duyumsadığında bunun sebebini de çözüm yolunu da bulamaz. Kendine yabancılaşır. Özellikle sosyal travmaların yoğunlaştığı ve toplumsal çözülmelerin yaşandığı dönemlerde kendine yabancılaşan benlikler her zamankinden daha büyük savrulmalar yaşar.
Benlik Yerine Biri’lik: Aidiyet ve İtaat
Benlik inşasını dert edinen bir toplum olduğumuz söylenemez. İnsanın varoluşundan kaynaklı haklarının, seçimlerinin, vazgeçişlerinin ve genel olarak duygularının bencilik olarak algılanması nedeniyle hem kendini feda şemasının hem de değersizlik duygusunun çok güçlü olduğu bir toplum yapımız var. Böyle bir zeminde sahte benliklerin kolayca palazlanması da samimi ve net olmayan geçici ve güvensiz temas biçimlerine tutunuyor olmamız da hiç şaşırtıcı değil.
Derinliği olmayan ve tekinsiz ilişki biçimlerinin yaygınlığının yanı sıra, sorgusuz itaat konusu da benlik sorunlarının topluma yansımalarından. İnsanın kendiliğini inşa etmek için harcadığı emekten doğan özgürlük ve güven hissi ve yaşamının sorumluluğuna sahip olma bilinci gelişmediğinde, varoluşunu dayandıracağı başkaca değerlerin peşinden sorgusuzca gitmesi, kendilik yoksunluğunu kapatacağı başka merkezlere itaat etmesi hiç de zor olmasa gerek. Kendi varoluşundan yoksun kalma hali, kendini bir şeylere adamayla ya da kimliksizleşmeyle, köleleşmeyle sonuçlanır nihayetinde. Benlik üzerinden varlık gösteremeyen insan, aidiyet üzerinden ‘biri’ olmanın peşine düşer sadece.
Kendi merkezinden, kendi içsel değerlerinden alınamayan referans, başkalarında aranır. Böyle bir durumda aidiyet üzerinden kişiye bahşedilen ‘biri’ olma haline, yani bu varoluş armağanına karşı duyulan minnet, o kişide itaat şeklinde vücut bulur. İtaat, yani başkasına boyun eğmek. İtaat, davranışın çok ötesinde zihinsel bir süreçtir. Zihinsel düzlemde etrafındaki hemen her şeyin tam da olduğu gibi, gayet normal ve doğal olduğunu kabul etme hali, kanımca itaatin en güçlüsüdür. Gramsci’nin hegemonya kavramındaki rıza, tam da böyle bir itaate işaret eder. Popüler kültürden tüketim davranışlarına, her türlü sosyal ilişki biçiminden olaylara verilen tepkilere kadar yaşamın her alanına siner bu zihinsel itaat hali.
Toplumda Biri Olmak
Bireyin saygınlık ihtiyacını karşılama şekli, içinde bulunduğu topluma dair de bir fikir verir bize. Konuyu biraz daha somutlaştırmak adına hukuk normlarının olmadığı, keyfi kanunların uygulandığı ilkel bir toplum örneğinden devam edelim: Bedevi bir toplumda, ait olunan kabilenin gücü, kişinin gücü ve saygınlığını belirler. Böyle bir toplumda bireysel bir çaba harcamadan, hayata özgün katkılar sunmadan var olmak mümkündür. Kabilenin yüceliğinin tescili için mitler uydurulur ve toplumu oluşturan her birey bu genel söylenceye inanır. Anlatılan hikayeler eskimeye yüz tuttuğunda şef, büyücüden yardım alır. Toplumu bir arada tutmak ve herkese hak edecekleri ‘biri’ olma payesini vermek için yeni masallar uydurulur birlikte.
Böyle bir topluma gözünü açan biri için muhtemelen omuzunda bir şahin taşıyan kabile reisi tanrısaldır. Varlığı, toplumun varlığına eşittir. Kabile şefinin ve ona yakın olanların her zaman haklı olduğu inancı, şefi merkez alıp dalga dalga tebaaya yayılan bir seçilmişlik duygusu her daim olağan karşılanır. Muhtemelen kadınlar meydanda satılıyor ya da öldürülüyordur, hayvanlar vahşice katlediliyordur. Diğer kabile mensuplarıyla arada bir savaşa tutuşmak kabilenin şanından, barış içinde yaşamayı istemek korkaklıktan sayılıyordur. Tüm bunlar bu kabileye ait olmaktan ve kabileyi yaşatmaktan başka bir amaç taşımayanlar için hiç de tuhaf değildir. Bu toplumda ‘biri’ olmak için yapılması gereken tek şey, kurallara karşı gelmemektir. O kurallar da zaten bireysel sorgulamaların işin içine girdiği, başkasını eşitin olarak görmen gereken adalet temelli yasalar değildir. Zaten böyle bir yapıda öteki, ya ‘biri’ olmak adına boyun eğilecek güçlü olan ya da yine ‘biri’ olmak adına başı ezilmesi gereken zayıf olandır. Hiyerarşik şekilde altta olana parmak sallama alışkanlığı da hayatın olağan akışındandır.
İnsanın kendisine dair hayata katabildiği ya da hayatta anlam inşa edeceği bir şey öylesine yoktur ki, böyle büyük bir boşluğu doldurabilmek için sadece sorgusuzca kabile kimliğine ve onu temsil edenlere sarılarak, toplumdaki yeni adayları ‘biri’ yapma amacıyla mevcut toplum düzenini yeniden inşa etmek için ertesi güne uyanır.
Saygınlığı, sadece aidiyet üzerinden kazanmayı bilen toplumlarda sağlıklı bir öteki algısı asla gelişmez. Böyle toplumlara mensup bireyler, saygınlığın içsel bir benlik bilincinden doğru geliştiğini ve ötekine yansıyarak yine kendine ulaştığının bilincinde değillerdir zira. Saygınlığı, kendileriyle asla eşit göremeyecekleri öteki üzerinden -ya ötekine yaranarak ya da ötekini aşağılayarak- edindiklerine inanırlar. ‘Öteki’ kişiliksizleştiği ölçüde kendi saygınlıklarını kazanıp içlerindeki varoluşsal boşluğu dolduracaklarını düşünürler. Oysa ötekinin yaşam alanını doğal kabul edebilen, kendiliğinin farkında olan güçlü bir benliktir ancak. Bu sebeple kendi benliğini inşa edebilen bireylerden oluşan toplumlarda ötekinin varoluşuna saygıyı gerektiren normlar, doğal bir şekilde yerleşir.
Benliksizleşen Toplumlar
Biri olma sevdası uğruna yaşanan benliksizleşme toplumun geneline yansıdığında, insanlar kolayca yönlendirilir. Çünkü insan artık görüp duyduklarını tartacak sağduyusunu, sorgulama yeteneğini, adalet terazisini ve vicdanını kaybetmiştir. Kendi içine dönüp cevap bulacağı bir merci kalmamıştır. Biri olmak için itaat ettiği gücün, yapının, otoritenin iki dudağı arasındadır artık varoluş kanıtı. O var derse vardır ve yok derse yoktur.
Benliksizleşen insanlardan oluşan toplum, artık toplum da değildir. Bir yığın, bir kitledir. Güdülmesi kolay, ilkel bir topluluktur. İlkel toplumlarda diğerinin hakkını gözetmek nasıl akıllara dahi gelmeyen bir davranış biçimiyse, benliksizleşen toplumlarda da biri olmak uğruna tüm doğal haklar çiğnenir. Biri olmanın anlamı yapay kurallara atfedilir. Bir sanrı üzerinden yapay bir varoluş bahşedilir. Bunun karşılığında da, benliksizleşen toplum artık insanlık vicdanına sığmayan her şeyi sineye çekebilir hale gelir.
Benliksizleşen bir toplum toplum değildir; çünkü toplum kendisini oluşturan bireylerin bir toplamından ibaret değildir. Bu fark, o toplumu oluşturan bireylerin her birinin benliğinin çarpan etkisiyle denkleme katılmasıyla oluşur. Kendisiyle bağ kuramamış kişi, bir başkasıyla bağ kurabilir mi? Özbenliğinden uzak ve hatta benlik inşa edememiş kişilerin topluma katkıları olamayacağı için toplumda bir çözülmenin başlaması da kaçınılmaz olur.
Ötekini kendi varlığının manası değil de eşiti, kendiyle aynı ölçüde yaşama hakkına sahip birisi sayabilen, benlik sorumluluğunun bilincinde, içgörülü, varoluş onayını bir başkasında aramayan insanları umutsuzluğa sürükleyen durum, toplumdaki benliksizleşme halinin iyiden iyiye yaygınlaşması, artık sıradan kabul edilmesi halidir. Bazılarının savunduğu gibi bireye değer vermek anomiyi doğurmaz; tam aksine, insana değer vermeyen ve bireyin toplumun temel bileşeni olduğunu unutmak isteyen toplumlar çözülmeye mahkumdur. Son olarak eklemek gerekir ki; benlik inşası üzerine emek harcayanları bencil, harcanan emekleri boş uğraş, gereksiz laf, faydasız felsefe yapmaklık olarak görenler de hazır kuralları sorgulamadan uyum sağlama kolaycılığıyla ‘biri’ olmak dışında başka varoluş şekli bilmeyen faydacılardır.
Görsel: Charlotte May