isyanın evi
UYUMSUZ(A) NOTLAR

Çünkü İsyanın Bir Evi Yoktur

Dinle Ruh’tan,

Bugün, evimi bulamadım. Kapı kapı gezdim, aklıma gelen her adreste onu aradım bugün. Zihnim, ‘orası değil’ dedikçe inanmayıp bilfiil yokladım her yanı ben. ‘Burası da değilmiş’i kabullendikçe, içimi kaplayıp taşan sıkıntıma aksayan ayağımı yoldaş edip bir bir gördüm, olası dediğim her yerin aslında olmadığını. İçimde ürküten bir huzursuzluk,  fersah fersah bir kırgınlık var en çok.

Sol ayağım sol yanım gibi; inatçı, dediğim dedik, yara alsa da devam eden. Beynimin sol yanı gibi her seferinde aksine niyetlensem de olana değil, hep olması gerekene odaklandığımı bu dehlizlere girip kaybolunca fark ediyorum. İşte böyle anladım, ben bugün yabancı bir yere uyandım. Aidiyet üzerine kırdığım tüm zincirlere rağmen ilk işim bir aidiyet aramak oldu, hiç utanmadan ekleyeyim bunu. Gel git zamanlarında bile huzurla yaptığım gibi kendimi denize bırakıvermek istedim.

İnsan bir dünya kuruyor kendine; alıyor eline fırçaları, duyduğu ve gördüğü kadarıyla resmediyor. Sonra o resmin içine girebilen bir masal kahramanı gibi dalıyor boyası henüz kurumamış tuvalin içine. Alice’in dünyası gibi görecelilikler ülkesinde buluyor kendini. Zaman ve mekan anlamsızlaşıyor.   

İnsana çizdiği yolu kendi seçimiymiş gibi yutturan bir sistemi eleştirirken ben, aldatmanın da etiği olmalı diyorum. İkna öğretisinin o zavallı öznesi bile olamadık, ona yanıyorum. İnsan yaşadığı yalanın yıkılmasını neden istemez, neden eksik olan puzzle parçalarına rağmen resmi bütün görür, anladım bugün.

                                                         ***

Sabaha kadar ağlamış gibi bir tat var genzimde. Gözlerimin açısı düşmüş, her şey parlaklığını yitirmiş, baktığım yeri görmemeyi tercih ediyorum. Adım atmaya takatim yok. Her şey manasını yitirmiş. Beden dili ve ikna üzerine eğitim almış, nasıl güçlü ve iddialı görünüleceğini, nasıl öne çıkıp etki yaratacağını, nasıl yöneteceğini ve manipüle edeceğini hayat boyu deneye deneye ya da eğitimler alarak öğrenip kendilerine güçlü bir kariyer ve yer edinenleri birer Teletabi gibi görmeye başlıyorum yine. Bu ilk işaret, yolculuğum gerçekten başlamış. Hava gereğinden fazla sıcak, iklimi bozan insan diye başlıyorum, işte bu da ikincisi, devamını getirmeye gücüm de isteğim de yok bu kez. Varlığını görünür olmaya muhtaç herkes gözüme batmaya başlıyor tekrar. Sonra her yerde sokak hayvanlarını görüyorum. Hep ben görüyorum. Arabamın bagajına istiflediğim su kaplarını dağıtıyorum sokaklar boyunca. Onlar su içtikçe ben doyuyorum sanki. İçimdeki susuzluğu dindiremiyorum yine de.

Faydacı bakışları, faydacı tanışmaları fark ediyorum hemen. Onlara acırken kendime acıyorum en çok. Bu kendilerine reva görülen hayatı nasıl kabullendiklerini, nasıl kabullendiğimizi sorguluyorum. Geriye gidişin dönüşü görünmüyor bu kez. Umut tacirlerine baktığımda gördüğüm ise,  yüz yıl önce bir kentin renklendirilmiş görüntü kayıtlarında gözlerini kaçıran kadınlar, şalvarlı sütçülerin bakraçları, ah o sokak köpekleri. Artık hiç birinin olmadığı bir dünya bu bizimkisi diye düşündüğümdeki hislerim, işte o umut tacirleri.

Hayatları kararan sayısız hayvan ve insan. Weber’in peşine takılan tüm sevdiğim düşünürlere küsüyorum, kaderin kendi çabana bağlı diyenlere de. Bu yalancı dev yapılarla mücadele etmek mümkün değil. Bataryam olsa da göstersem, nasıl da kırmızı bir çırpınışta. Bildiğim kadarını kaldıramazken, kocaman bir yalanın içinde olmayı öğrenmek çökertiyor beni, bunu da hazmedersem diyorum, eylemci yumruğum kurusun.

                                                   ***

Bugün evimi bulamadım.  Mızrap Ruh’a vurdukça, saçlarım uçuşuyor Wadi Rum’da. Koca çölün ortasında hepi topu bir avuç kayalıklara kireç taşıyla yazılmış yazıları okuyorum. Gece yıldızları sayıyorum. Çöl kumunda yuvarlanıyorum boydan boya. Bir kum, bir yıldız oluyorum. Kaçıncı dünya ülkesinde yaşadığım uçup gidiyor bilincimden. Soysuz kavgalar yok oluyor. Bir yanım direniyor gibi oluyor yine, susturuyorum onu; ataların hilal taktiğinin yerini alan kumpas ve yalan yöntemiyle.

Endişeler gitse ne kalır ki geriye hayattan diye sorduğunda içi cız eden kocaman bir endişeye dönüştüğünü söylüyor o dik başlı sorgulayıcı yanım, belli belirsiz ve titrek sesle bu kez. Hayat böyle, ezik aptal, ya sev ya terk et diyorum, belletildiği gibi en yüksek perdeden, böylece etkisiz hale getiriyorum vatan hainini.

                        ***

Depresyon kadar basit bir açıklaması olsa keşke bazı şeylerin. Depresyon kadar umut vaat etse bu evsizlik. Depresyon umut vaat eden bir umutsuzluğun kabulü. İyileşme umudu, normalleşme umudu vaat eden. ‘Herkes normal bir sen değilsin’in işkence altında verilen ifadesi.

İnsan, bunu yaşayacaksın dayatmasını kabul eder belki de; ‘buna inanacaksın, böyle düşüneceksin’i kabul ettiğinde o yaşadığı hayatın bir anlamı kalır mı? Alice’in ülkesinde bile değilim bugün, o denli yabancıyım. Böyle anlarım oluyor, karamsarlığın karanlığından görme yetimi kaybettiğim.  Ama en önemli ölçüt neydi? En önemlisi, gündelik hayatın sürdürülmesiydi. Tamam sahip, o kolay. Peki ya çok da gündelik olmayan hayat? Bu Teletabi evreninde işte onu dolu dolu yaşamak mümkün değil.                                     

                                             ***

Bugün evimi bulamadım, bulmak da istemedim belki. Fena halde akşamdan kalmaydım, sabaha uyanma isteği bırakmayan türlü mazlumluk hallerine şahit oldum da kaldım çünkü akşamdan. Yalancı devler sadece birbirlerine layık gördükleri hilal taktiğiyle tepişirken, çimenler gibi ezilmeyi kabul eden bizlerin şahdamarına bu ezik acısına yakılan destansı ağıtları bir onur nişanı gibi iliştirirler. Güvende miyim, değil miyim o zaman sorarım işte kendime. Yoksa güvende hissetmediğim için evsiz hissettiğimi de bilirim, güven içinde olmadığım için kendime hak da veririm. Ruhumun tetikçisini de bulurum, tetikleyiciyi de. Dayanıksızlık şemam tetiklenmiş, hadi karmaşık zihnim, bedenine odaklan, işte buradasın ve hissediyorsun, bu yaşadığın bir süreç ve geçecek. Önce aksiyon al, çünkü hisler düşünceyi ve davranışı izler, Alice’in dünyasından bir rol seç, etiketini iyice yapıştır, işte pırıl pırıl bir motivasyon. Bazen bu kadar basit olamıyor işte. Bunu kabullenmek de insana dair olmalı.      

Bazen hiçbir yere ait olmamanın, hiç sayılmanın ağırlığı hafifletiyor çünkü insanı.  Boyası kurumamış tuvallerde, kendimiz seçtik sanıp gururla aldığımız renklere boyadığımız dünyada ille bir şey olmak zorundayız ya.  Her depresyon damgası da aslında böyle içimizi rahatlatıyor. Bir şeyiz biz, bir yerdeyiz, depresyondayız. Hurey.  Kolaycılık bu. O tatsızlık, o görmekten kaçınma, o görerek yaralanma, o dahil ve ait olmaktan korku hiçliğin hazzıdır belki de. Nevroz deyip korkuttukları, melankoli deyip küçümsedikleri, ısrarla kaçındırdıkları sarsıntıyla başlar bazen hayat. Durarak yol alır bazen insan. Susarak dinler, dinleyerek öğrenir. Kendini.

                                                             ***

Bugün, evimi bulamadım. Bulup da o alışkın olduğum konforun içindeki çivileri görmezden gelmek, evi yerle bir etmeye hazır tehditleri yok saymak istemedim. Bıraktım, hiçliğin içinde konuşsun zihnim:

-Ama ben bu şartlar altında bir çözüm bulmak istemiyorum. Varoluşumla beslemediğim şeylerin sorumluluğunu neden ben yükleniyorum?

-Git Camus’yla ölülerin başında kahve iç o zaman.

-İndirgeme. Çıkış yok. Mutlaka deliyim, yoksa ne işim var burada?[1]  

– Sen de çözüm arama, çözüm sen ol. Rotaya hakimsen Alice’in dünyasındanki tavşan ol.

– Pes etmek de hakkım, kabullenmek de. Hiçbir çeşidi yoksa da, insanın en azından vaz geçme özgürlüğü olsun. İnsana pozitif olma dayatması yapan pozitivist zorbalar, bi yıkılıp gitmedi düzeniniz.

Evimi kaybettim, aramıyorum. Kendime bir ev inşa etmekteki mahirliğimi de istemiyorum, ruhumu bir yerde dinlendirip öylece avutmak da. Avunmasın, avundu yeterince. Hep birlikte avutulduk da, oyalandık da. Daha yetmedi mi yoksa?

Görsel: The Lazy Artist


[1]Kedi: Şurada bir Şapkacı oturur, şurada bir Mart Tavşanı. Hangisine istersen git; ikisi de delidir

Alice: Ben deliler arasında ne yapayım?

Kedi: Başka çaren yok ki, hepimiz deliyiz burada. Ben deliyim. Sen delisin.

Alice: Benim deli olduğumu nereden çıkarıyorsun?

Kedi: Mutlaka delisindir. Yoksa burada ne işin var?” repliğine atıfla-  Lewis Carroll-Alice Harikalar Diyarında

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir