garam masala
BEYNEL MİLEL,  UYUMSUZ(A) NOTLAR

Garam Masala

Pahadi Dhun. Bulutlar flütün nameleri gibi bir inip bir çıkıyor. Ve bulutlar beyaz köpükler gibi savruldukça rüzgarın önüne düşüp, Racastanlı bir flüt anlatıyor rüzgarın nereden estiğini.

Hayatım da ruh halim de garam masala gibi, hani şu hint baharatı, karmakarışık. Bazen ne duyumsuyorum, ne hissediyorum bırakın anlamayı, isimlendiremiyorum bile. İsim verdiğinin efendisi olursun oysa. Bu eski bir meseldir. Binyıllar sonra sevgili Althusser ideolojik çağrılma der buna. Mesela otorite ‘hey sen oradaki!’ dediğinde kişi özne olur, böylece itaat eder.

Düşüncelerim kıyıya vuran dalgalar gibi gelip gitmiyor ki, hep kalıcı. Seçilmezse de gitmez bunlar diyorum, öyle yeknesak olmuşlar oturdukları yere. Varmış gibi, gerçek gibi, eylemmiş gibi yapıp kandırıyorlar beni. Ama değiller, biliyorum.

Garam masala gibi karışmış birbirine her şey; duyumlarım nerede, hangisi duygularım ve nerede bitiyor bu düşüncenin sınırları. Hani zihnimiz dostumuzdu bizim? Hayatta kalmaya odaklı hep. Bizi hayatta tutmaya çalışan komutlar veriyordu bize ve seviyordu bizi, sevmiyor muydu? Evet sevmek bir duygu, hayatta kalmak bir güdüydü.

***

Garam masala gibi dedim ya, mesela kimyon. En sevdiğim baharat olur kendisi tarçınla birlikte. Eski Yunan’da kiminon ve Aramice’de kamuna. Arapça kammun. Bugün artık Avrupa mutfağında kimyona çok rastlamasak da Racastan’dan gelen rüzgarların estiği yere doğru göz hizasına denk gelen bölgeler; Mezopotamya, Arap yarımadası, İran, Pakistan ve Hindistan’dan doğuya ve güneye doğru uzanan tüm kültürler sever kimyonu. Öyleyse kimyon an itibarıyla doğuludur. Şu an diyorum çünkü kimyonu çağrıştıran her kültürel olgu ya da nesne doğuludur bugün. Önceleriyse bu denli net değil. Bugünün batı uygarlığının kök nedeni olan Antik Yunan ve sonra da Antik Roma’nın sofralarında birer tuzluk gibi kimyonluk dururmuş. O kadar söylüyorum. Onların ve dönemin diğer Akdeniz uygarlıklarının- gezgin Fenikeliler, yerleşik ve sükseli Mezopotamya ve onların da- Hindistan’ın kalbine uzanan yolculukları..

***

Düşünceler kaplıyor, bilişsel bilgi analitik bi formla eskileriyle birleşip bi geçmişe bi geleceğe koşuyor kafamda. Ayakta dururken sağ ayağa yüklendiğim gibi can simidi misali sol beyne yükleniyorum. Yok mu bunun bi dengesi? O çocuksu ilk öğrenme, kendine özgü deneyimle, hani kelimelerle tarif edemesen de bir sen bilirsin. İç görüsel bir güvenle.

Pahadi Dhun. Flüt ve sadece flüt sesi. Garam masala dendiğinde sadece o tadı bilmek yerine içindeki envai baharatın oranını anlamaya çalışmaya benziyor bazen duygu durum tespiti yapmak. Duygunu düşünceden, düşünceni duyumundan ayırmak.

***

Kimyon, melankoli. Gururlu bi çaresizlik. Yoksunluğun farkındalığı. Durma hali. Haz veren bi durak biraz. Sonunda yara bere içinde kalacağını bile bile durmak. Gitmemek. Akışta olmak. Suriye’ye giderken Antakya’dan aldığım simidin yanına tuzla karıştırılıp sarılan, simidi içine bandırmam beklenen bi karışımın parçası. Yıllarca akılda kalan tat. Anjar’da  fattuşla humus yerken damağıma gelen en tanıdık baharat. Kahire’de Mar Girgis’teki en iyi felafilciyi ararken ‘biliyor musun, Türkiye’de insanlar ısrarla falafel diyo buna’ dediğim anki gülüşmeler. Eski Kudüs’ün dar sokaklı çarşıları. Katmandu’nun en yoksul semtlerindeki momo satıcıları.

Ve Levanten Lübnan. Menakişiniz de tıpkı pizza gibiymiş seni küçük Cenevizli diyerek kızdırdığım Lübnan milliyetçisi arkadaşım.   Menakişteki zahterin yoğunluğundan kimyon kokusunu alamamak.

İnsanlar bazen fazla alıngan oluyor. Batı kültürünün tamamını gururla benimseyip biraz oryant hava- turistler için ya da belki lazım olursa kök referans nokta olsun diye- bırakıp, sonra en ufak bi benzetmede bozulabiliyorlar.

***

Oysa tatların ve dillerin birbirinde karışması, yaşamın benlik sunumunu güzelleştirmez mi? Ve dahi bir kültürün yaşadığını ve o kültürün sosyal iletişiminin de oldukça güçlü olduğunu göstermez mi?

İçine kapanmış, ‘benim her şeyim güzel, her şeyim’, kıskanıyorlar yahu diyen ve tarihindeki askeri başarıları ebcet hesabı yapıp z kuşağına hedef diye koyan bi toplum değiliz iyi ki! Düşünün bi, kültüründeki her bileşeni onu sevmedim gitsin, bu düşman öldür, bunlar deniz kültürünü bizden öğrendi iddiasında step kökenli bi halk filan olsaydık ve tarihi tersten okusaydık mesela. Yöneticiler hangi kültürel kodlar makbul belirleseydi de, onun dışında kalanlar hep ajan provokatör filan diye çağırılsaydı, çizilen kutsal kimliğe dahil olmak için kekremsi bi yapaylık, bi olmamışlık bulaşsaydı insanımıza, ne acıklı olmaz mıydı halimiz? Çok şükür ki seviyoruz böyle kültürel geçişleri ve iyi ki farkındayız çok kültürlü kimliklerimizin doğallığının ve zenginliğinin.

***

Garam masala gibi ruh halim, karmakarışık. Kişniş değil ama öne çıkan aroma. Keskin notaları olan, dediğim dedik, kırmızı tonda hep, öyle değil. Üstelik etçil de değilim ben. Kişnişin baskınlığı bi avuç güç sahibinin kalabalıklara yön vermesi gibi pek sert. Altyapının tüm üstyapının kaderini çizdiği bi sosyal teori kadar da determinist. Epey hoyrat, çokça gücünün farkında. Manipülasyon gücü yüksek aşiret reisi gibi. 

Flüt ve kakule. Kakule Aramice ve Arapçadan, etimolojik olarak. Köken Hindistan elbette. Bendeyse hep kahve. Kakuleli mis kokulu kahve. Cebel Durz’de bir Dürzi ailesine konuk olursanız bakır cezveyle ikram edilir kahveniz. Cezveden fincanlara servis edilir yanı başınızda. Cezve ve içinde kalan kahve tepsiyle birlikte yanınıza konur. Kahveniz bitince yine ekleyebilesiniz diye.

Rezene ve tarçın. Her ikisinin de etimolojisi Farsça. Pek çok kelimemizin patenti gibi İran’dan. Dar-ı Çin- Çin ağacı. Şu İranlılar da tuhaf insanlar. Hindistan’ın en güneyinde yetişen tarçın ağacına Çin ağacı demek.. Çin uzak diye eskiden her uzak yere Çin deniyorsa belki. Hani bizde de taa Fiizan’da denen yer Libya’da. Bugün ulusal sorun kabul edilecek kadar yakın bi yer aslında. Tarçınlı boza, tarçınlı salep, tarçınlı kek. En sevdiğim ikinci baharat. Ağırbaşlı ve asil. İddialı ama sırasını bekleyen, soğuk, mesafeli, az aranan ama yokluğunda ikamesi olmayan bir aroma.

***

Ve defne yaprağı. Defne Rumca. Defne yaprağı bir Akdeniz efsanesi. Sıcakkanlı, mavi ve beyaz, görgülü. Hem bilge, hem ehli keyif. İnsanın sarı tarafı gibi. Esprili, yaratıcı, neşe halinde, yaşamayı bilen. Defne yaprağı, terkedilmiş bir Rum evi . Enginar bahçelerinin içinde öylece duran. Göç etmek kolay mı. Evini yurdunu bırakmak. İlk gittiğinde hep yersiz yurtsuz hissetmek. Emeklerinle ilmek ilmek işleyip öğrettiğin kültürünü ‘sonradan statülü’ beyaz yakalılara turizm nesnesi olarak bırakıp geride.

Pahadi Dhun. Racastan’dan gelen rüzgarın önünde asılı kalan Racastanlı flüt. Ey iç görü, içi gör artık. Her gördüğünü isimlendirmeden önce kendini gör. Deneyimini duyumsa. Dışındaki her şey için bir açıklaman var belli ki. Zihnin her şeyi böylece kontrol altına aldığına ve sana güvenli bir liman sunduğuna inanıyor, ona da tamam.  Ama isim vereceksen, çağıracaksan eğer; kendini çağır.

Görsel: Shantanu Pal

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir