Bu Akşam Evdeyim, Harika: İçedönüklük Bir Kusur mu?
‘Böyle tek başına oturmaktan sıkılmıyor musun hiç? Hadi gel de iki lafın belini kıralım. Cumartesi akşamı olmuş bütün millet dışarıda sen n’apıyosun evde? Yalnız yürüyüşe çıkmak da neyin nesi? Aaa ne işin var kafede yalnız başına, dur sana eşlik edeyim. Tek başına tatile mi gidilirmiş?’ Bu ve benzeri cümleler içedönüklerin sıklıkla karşılaştığı ve bir an önce savuşturmak istediği cümlelerden. Yalnız kalmayı dert etmiyorsan- aksine, tercih ediyorsan, en huzurlu ve verimli olduğun zamanların tek başınayken geçirdiğin vakitlerse, bi dolu arkadaş grubuyla değil de yakın hissettiklerinle birlikte olmaktan mutluysan, sen de içedönüklerdensin. Eğer öyleyse hadi biraz dertleşelim, değilsen de içedönükleri tanımaya ne dersin?
İçedönük mü? Hmm Yani Asosyal
Hayır. İçedönüklük asosyallik değildir. Evet bu ikisi birbiriyle çok karıştırılır. Çünkü içedönükler kalabalık ortamlardan hoşlanmazlar. Sık sık kendi başlarına kalma ihtiyacı hissederler. Yalnız başına vakit geçirmek onlar için çok keyiflidir. İçedönükler için arkadaşların niceliği değil, niteliği önemlidir. Bu yüzden yeni kişilerle tanışmaya çok hevesli değillerdir. Bir içedönük parti insanı değildir. Çok konuşmayı sevmez. İşte bu sebeple bazı zamanlarda asosyal damgası yer.
Oysa asosyaller yalnız kalmaktan keyif almazlar, aksine yalnız olduklarında kendilerini iyi hissetmezler. Ancak sosyalleşme yetileri zayıf olduğundan, katılmayı çok istemelerine rağmen bir arkadaş grubuna uzaktan bakarlar. Asosyaller utangaçtırlar ve kendilerini ifade etmekte zorlanırlar. Çevreleriyle yeterince iletişim kuramazlar. Özgüven ve özdeğerleri düşüktür.
Diğer yandan içedönüklerin insanlarla birlikte olmakla da onlarla vakit geçirmekle de bir sorunları yoktur. Kendilerini yeterince iyi ifade edebilirler. Topluluk içindeki görevlerini yerine getirmekte zorlanmazlar. Konuşkan olarak tanımlanmasalar da iletişim konusunda yeteneksiz değillerdir. Hatta algı ve gözlem becerileri gelişkin olduğundan etkin dinleme ve iletişim konusunda iyidirler. Bir asosyal için yalnızlık bir zorunlulukken, içedönük için bir tercihtir.
Kaç Kişisiniz? Yok Ben Gelmiim
Her içedönük, kendi varoluşunu sorgulamayı öncelediği, sonrasında da çevresini anlamlandırmaya çalıştığı için insan elinin değdiği kalabalıklardan ve kalabalığın neden olduğu bir yığın uyarıcıdan uzak durur demeyeceğim elbette. Ancak her içedönüğün kalabalıklar içinde enerjisi kısa sürede biter genellemesi yapabilirim.
Bir içedönük olarak yoğun bir sosyal ortamdan enerjimin tükendiğini hissederek ayrıldığım anlar çok olmuştur. O ortamdan evime ya da yalnız kalabileceğim bir mekana kendimi zor attığım anda yenilendiğimi, enerji bataryalarımın o an itibariyle dolmaya başladığını sıklıkla fark etmişimdir. Bu durumun biyolojik bir nedeni olduğunu öğrendiğimde kendimi olduğum gibi kabul etmem daha kolay olmuştu:
Retiküler Harekete Geçme Sistemi (RAS), beynimizin filtreleme sistemidir. Maruz kaldığımız milyonlarca uyaran arasından bizim için gereksiz olanları filtreleyip önemli olanları işleme görevi görür. Yapılan araştırmalara göre içedönüklerde RAS filtrelemesi daha azdır. Bu sebeple çevrelerine ve kendilerine karşı daha hassastırlar. Bununla bağlantılı olarak kalabalık bir ortamdaki uyaranlara karşı daha duyarlı olan içedönükler, uyaranlardan dolayı daha çabuk yorulurlar. Bu yüzden bir içedönük, sosyal uyaranların ardından yalnız kalıp yenilenmeye ihtiyaç duyar.
Kişilik Özelliği Olarak İçedönüklük
İçedönük kavramını psikoloji sınırlarında tanımlayan ilk kişi Carl Gustav Jung’tur. Ruhsal işlevleri düşünme, hissetme, duygu ve sezgi olarak dört kategoriye ayıran Jung, bu dört işlevi içedönük ve dışadönük olarak kombine ederek sekiz kişilik tipi ortaya koyar. Dışadönük düşünen, içedönük düşünen, dışadönük duygusal, içedönük duygusal vb gibi. Jung’un bu sınıflandırmasına göre sosyal ilişkileri güçlü, konuşkan, hayatın içinde hareketliliği sevenler dışadönük; kendini geri planda tutan ve önce kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışanlar içedönük kişiliklerdir.
Dışadönükler kendilerini sosyal bir ortamda, sosyal etkileşimlerle ifade edip kendilerini grup etkinliklerinde iyi hissederken, içedönükler yalnız başlarına ya da kendilerini yakın hissettikleri kişilerle hoşnut hissederler.
Dışadönükler yalnızlığa tahammül edebilmek için mümkün olduğunca çok sosyal ortam uyaranı ihtiyacındayken, içedönükler sosyal ortamın ‘uyaran bombardımanı’na girmek için ve de sonrasında enerjilerini toplayabilmek için yalnız kalmak ya da yakın ilişki içinde olduklarıyla vakit geçirme ihtiyacındadırlar.
İçedönükler gözlem yapmayı severler. Kendilerini ve çevrelerini anlamaya çalışırlar. Seçici sosyalleşirler. Bu durumu çok kişi tanımaktansa az sayıda kişiyi derinlemesine tanımak istemek gibi, çok arkadaşla yüzeysel ilişki yerine az arkadaşla yakın ilişki arayışı gibi düşünebiliriz. İçedönüklerin ilgi odağı olmayı sevmediklerini, ön plana çıkıp herkes tarafından alkışlanmak gibi beklentilerinin olmadığını da eklemeli.
Dışadönük Bir Toplumda İçedönük Olmak
İçedönük ya da dışadönük olmak iyi ya da kötü bir ayrım değil. Bu özellikler birbirinden üstün ya da düşük de değil. Kişilerin hayata bakış açısını, hayattan beklentilerini ve yaşama sanatını etkileyen özellikler sadece. Burada sorun yok. Sorun, dışadönük kurgulanmış bir toplumda hatta sistemde içedönük olarak yaşamakta. Bu, erkek egemen sisteme ayak uydurmaya çalışan kadınların durumuna benziyor. Sistem üstün bir hedef benlik belirlenerek kurgulanıyor ve bu benliğe ait olmayanların ya hedef benliğe benzemesi bekleniyor ya da uyum gösteremeyenler dışlanıp indirgeniyor. Bu adil olmayan kodlara bir de içedönükler gözünden bir bakış atalım.
Kabul edelim, dışadönük bir toplumda yaşıyoruz. Başarı skalamız çoğu zaman ne kadar sosyalleşebildiğimize bağlı olarak oluşturuluyor. Bir beyaz yakalıysanız işle alakalı en kilit konular mesai sonrası bir araya gelen arkadaş gruplarıyla paylaşılıyor. Yırtıcılık, kendini iyi pazarlamak ve networkünüzün gücü kariyerinizin kaderini belirliyor. Bir içedönüğün yapmakta zorlandığı, kendisini kendisi gibi hissetmediği pek çok –mış gibi eylemler başarı ölçeğini etkiliyor. ‘Bunu işyerinde de konuşurduk, n’oldu şimdi buluştuk da, eve gidip elimdeki kitabı bitirirdim, arkadaşımla dertleşirdim, kedilerimle oynardım ya da sadece bi’kahve ısmarlardım kendime dediğim ne çok saatim ziyan olmuştur. Evet bir de bu yönden bakalım; dışadönük sistemin yerlere göklere sığdıramadığı sosyalleşmenin değeri, bir içedönüğün gözünde çoğu zaman ‘vakit kaybı’dır, ‘boşuna telaş’tır.
Dışadönük sistemin kendini teşhir çabası, eğlenceyi kaçırıyoruz endişesi, yüzeysel laflamaları, grup etkinliği keyfi, herkes beni tanısın hırsı bir içedönük gözünde değersizdir. Bir şey ifade etmez, hatta gereksiz bir yorgunluktur.
Dışa dönük bir toplumuz. Toplum olarak kişinin öncelikle kendini grup kimliğiyle tanımlamasını bekliyoruz. Tabi ki dışadönük bir toplumuz. Sosyal mesafe kavramının pandemi nedeniyle üretildiğini zanneden bir toplum yapımız var. Tabi ki dışadönük bir toplumuz. Olması gereken kamusal ve sosyal mesafemiz hep kişisel mesafe sınırlarında. Dip dibe etkinliklere bayılıyoruz.
Düğünlerin, toplu etkinliklerin, zorunlu ziyaretlerin samimiyetini ve gerekliliğini sorgulamadan dahil olanlara kişisel mesafeyi önemseyen biz içedönükler nasıl saygı duyuyorsak, toplumun da bu etkinliklere katılmayı sevmeyenlere küçük düşürücü etiketler yapıştırmadan saygı duymayı öğrenmesi gerek.
Dışadönüklük Dayatması
Aslında bu yazının çıkış noktası, rastladığım bir internet reklamı oldu. Reklamda ‘dışadönük kişilik geliştir!’ sloganıyla kariyer basamaklarını tırmanmak ve hatta mutlu olmak vaat ediliyor. Bu küçük örnek bir yana, genel çerçevede de dışadönüklük daima ulaşılması gereken bir hedef, ulaşamayanların hayatın mağlubu olacağı bir gereklilik olarak lanse ediliyor.
Misafirlerin yanında oturmak istemeyen çocuğa yabani, grup etkinliklerinde ‘kendini gösteremeyen’ çocuğa asosyal, kalabalık aktivitelerden uzak durana çekingen, her lafın ortasına atlamayana utangaç demekten vaz geçmeli bu toplum. Sağlıklı kabul edilen, olması gereken kişilik tipi olarak dayatılan dışadönüklük, insanlığın bir kısmını yansıtıyor sadece.
Evet toplum bizden optimum olarak belirlediği şeyi olmamızı, dışadönük olmamızı bekliyor. Sistem bunu dayatıyor. Sanki olunması, ulaşılması gereken dışadönüklük ya da girişkenlikmiş gibi yetiştiriyoruz çocuklarımızı biz de. Çünkü biliyoruz ki bu dışadönük sistem, içedönük kumaştaki çocuğumuzun içindeki potansiyeli görmeye değil, ezmeye ve dışlamaya kurgulanmış.
Oysa içedönük-dışadönük ayrımının bir kişilik tipi ayrımı olduğunu bilmek ve bunların birbirine üstünlüğünün olmadığını kabul etmek; insanların birbirinin aynısı olmasını beklememek açısından önemli ve değerli. Herkesin aynı özelliğe sahip olmasını beklemek, rengarenk insanlığı tek bir renge hapsetmek kadar zalimce. Bırakın bazıları da iç dünyalarından alsın enerjilerini, iç dünyalarının zenginliğinden beslensin.
Dışadönükler ya da dışadönüklüğün üstünlüğüne inanıp öyle olmaya çabalayanlar; lütfen artık içedönükler için üzülmeyin. Çünkü cumartesi akşamı evde vakit geçirmek, yalnız yürüyüş yapmak, bir kafede tek başına kitap okumak, yalnız olabiliyor olmak gerçekten harika.
‘Tıpkı sessizlik gibi, yalnızlık da günlük hayatı daha iyi yaşamamızı sağlayan içsel bir deneyimdir; hayatta asli olanla, çoğu zaman fazla anlam yüklediğimiz asli olmayan şeyleri ayırt etmemizi sağlar.’ (Eugenio Borgna-Ruhun Yalnızlığı)