İyi Toplum Yoktur, Çünkü Büyü Bozuldu
Birey verili ve kesin kuralların olduğu bir topluma doğar, doğduğu anda kendisine biçilen rolü öğrenmekle işe koyulur. İçine doğduğu dünyayı olduğu gibi kabul etme sürecidir bu. Bu süreçte en büyük ‘yardımcısı’ ailedir. Aile de o kesin verili kurallarla yetişmiş bireylerden oluşur. Toplum denen ete kemiğe bürünmüş heyula, tüm uzuvlarıyla bireyi bir insan ömrü miktarınca yönlendirir. Ona ne yapması gerektiğini söyler, yapamadığında parmağını o beğenmemiş edasıyla savurur insanın yüzüne. Ve birey tamamlar kendine ayrılan süreyi; çoğu zaman anlamlandıramadığı, anlamlandırmak da istemediği ‘hayat gailesi’yle. Öyle mi?
Tarihsel anlatılar, bilimsel çalışmalar, felsefi yazınlar birey ve toplum arasındaki sıkı ilişkiyle, hatta ilişkinin ötesinde birbirine dönüşebilen, birbirinin aynası olan bu iki kavramın içkinliğiyle dopdolu. Teoride pek zengin bu insanlık mirası, hayat pratiğinde öyle çok da yerini bulmaz. Ortalama bir insan, toplumun birey üzerindeki yaptırımların gerçekliğini, hatta esasen toplum ve hayatının her köşesine sızmış yaptırımlarının kendisini nasıl şekillendirdiğini, şekillendiren bu yapının gerçekte elle tutulur bir varlık değil de, kendisi gibi insanlardan oluşan bir kurgu olduğunu idrak edemez.
İyi Aile Yoktur’un bir devamı ya da tamamlayıcısı olarak karşımıza çıkan İyi Toplum Yoktur’da Nihan Kaya, etrafımızı çepeçevre kuşatmış toplumun günlük hayatta sıkça karşılaştığımız istismar biçimlerini deşifre ediyor. İyi Aile Yoktur’da bireyin çocukluğundan itibaren toplumun onu istismar ediş biçimlerini ele alan Kaya, İyi Toplum Yoktur kitabında, büyüyüp bir ‘yetişkin’ olan bireyin toplumdaki rutinler ve diğerleriyle paylaşılan ortak algılarla nasıl sönümlendiğini, edilgenleştirildiğini anlatıyor.
Birey ve toplumun hikayesi, çarpık bir aşk hikayesi gibi. İyi Topum Yoktur’da bu hikayeye somut örneklerle bakacaksınız. Bireyin gözünde toplumun nasıl da yanılsamalarla bir gerçeklik kazandığı, neden bireyin kendini gerçekleştiremediği, kendisi gibi olabileceği ve şöyle iç huzuruyla yaşayacağı bir hayat yerine neden acılarla donanmayı tercih edip kendisine dayatılan şekilde ömrünü tamamladığına dair kanlı canlı örnekler ve sorgulamalar bulacaksınız.
Bireyin İstismarının Biçimleri: ‘Büyü Bozumu’
Bireyin toplum tarafından istismar biçimlerinin ele alındığı İyi Toplum Yoktur, iki bölümden oluşuyor. Başkaları için yaşayarak istismarı kabullenişin anlatıldığı ikinci bölüm ve bu istismarın meşrulaştığı, zaten öyleymiş, öyle olmalıymış diye düşündüğümüz her toplumsal uygulamanın bizleri nasıl şekillendirdiğini cisimleştirerek anlatan İyi Tören Yoktur adlı ilk kısım.
Yazar, kitabın İyi Tören Yoktur kısmında, kendi tercihimiz olmayan kimlik ve rolleri büyük bir hevesle kapışmamızı, bu yolla bize dayatılan gerçeği sıkı sıkı sahiplenmemizi sağlayan törenleri bir bir ele alarak başlıyor işe. Sünnet ve evlilik törenlerinin, kına gecelerinin hem sembolik hem de tarihsel arka planlarını analiz ederek bir nevi ‘büyü bozumu’ yapıyor. Yıldız tozlu törenlerin aslında birer kurban mekanizması olduğunu, her birinin toplumun genel olarak bireyi öğrenilmiş ama bir bakıma sevilen bir çaresizliğe iten sembolik anlamlar taşıdığını, etken-erkek, edilgen-kadın ikiliğini beslediğini ve törenlerin ve pek çok geleneğin aslında o kadar büyülü ve masum olmadığını gözler önüne seriyor.
İyi tören yoktur kısmı aynı zamanda bilinen masallar ve distopya anlatılarıyla günümüzü karşılaştırıyor. Örnekler somutlaşıp, doğru bilinen yanlışlar açığa çıktıkça günümüz gerçekliğinin bir çeşit distopya olduğu kanısı uyanıyor okurda. Adettendir işte denip geçilen pek çok şeyin insanlara nasıl masalsı bir dokunuşla ince ince işlenerek itaati, otorite seviciliği, gerçek olmayan-hür iradeyle seçilmemiş rolleri ve kendinden başka herkes için yaşamayı öğrettiğini iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Rol Dağıtan ve Edilgenleştiren Törenler
İyi Toplum Yoktur’da enine boyuna ele alınan pek çok törensel biçimlendirmenin ikisine kısaca değinmekte fayda var: Sünnet ve evlilik törenleri. Her ikisinin altında yatan örtülü gerçekler toplumun yanlış kurgulanmış, çarpıtılmış cinsel kimlikleriyle ilintili. Her ikisinde de aktörler kendilerini günün en önemli insanı sana dursun, aslında toplumun elinde birer kukla kadar edilgen.
Yaşadığımız çağda hala ve maalesef artan şekilde kadın haklarının ihlaliyle boğuşuyoruz. İhlal demek hafif kaçıyor. Dillendirildiğinde en eğitimli, en farkındalığa açık kesim bile dudak bükerek bu konuya dair bir şey duymak istemiyor. Sosyal medyada kadına uyguladığı şiddeti gururla paylaşanlardan ya da tecavüz planları paylaşmayı vatanseverlikten sayan psikopatlardan hiç bahsetmiyorum bile. Ancak toplumun her kesiminde, çeşitli biçimlerde yaşanan ve derinleşip daha da çekilmez halde yaşanmaya devam eden ve sonuçlarının gösterdiği üzere hiç de organik olmayan toplumsal cinsiyet baskısının ardında yatan birkaç sembolik örnek üzerine düşünmek gerekiyor.
Sünnet Törenleri
Sünnet törenindeki kutlamaların sadece ve sadece bizim toplumumuzda bu denli tantanalı ve zinhar vaz geçilmeyen bir gelenek olduğunu biliyor muydunuz? Bu durum, kimlik ve etikette gururla taşınan ama hakkında hiçbir şey bilinmeyen kerameti kendinden menkul bir din anlayışıyla ilişkili olsa gerek. Sünnetsiz adama ‘kız vermeyen’ anneler, sünnetsiz erkeği ‘adamdan’ saymayan, ‘erkekliğin ve erkek denince akla gelmesi istenen vahşi cinselliğin’ sünnetle kazanılacak bir olgu olduğuna yürekten inananlar, imanınız sarsılsın çünkü bu üstüne söz söylemek kimsenin haddine olmayan, türlü şarlatanlıklarla ‘kutsanan-kutlanan’ bu uygulama ilkel dönem bir Afrika adeti. Oradan İbranilere ve sonrasında Müslüman toplumlara yayılmış bir kültürel kod. Dinen hiçbir hükmü yok. Sağlıksal açıdansa faydasından çok zararı mı var tartışmalı.
Ancak sünnetin toplumumuzda öyle bir işlevi var ki, asla tartışılmaz, hikmetinden de sual olunmaz. ‘En bi erkek olmayı, erkeklerin kadınlardan tabi ki üstün olduğunu, erkekliğin şanını’ vs. insanların zihnine işlemek konusunda çok kullanışlı bir uygulama. Bkz. Sünnet töreni araçlarının arkasında yazan o bastırılmış, lümpen, eksikken ‘fazla’ olduğunu hisseden cinsellik anlayışı. Kitapta bu konunun detaylı açıklamalarını ve buna ek olarak uygulamanın kurban kavramıyla ilişkisini de bulacaksınız.
Evlilik Törenleri
‘Gelin ata binmiş, ya nasip demiş.’ Çünkü bindiği atı kendisi idare edemezmiş. Atın yuları hep bir erkeğin elindeymiş. Gelin arabasına binen, gelinliğinin (tabi ki onun da bir sembolik değeri var) ağırlığından yürümekte zorlanan, hep yardım alan, hep yönlendirilen ama bu durumdan fazlasıyla keyifli, kendisini ‘prenses’ gibi hisseden günümüz gelinleri de ata binen atalarından pek farklı değil. ‘Kadın beyaz gelinlik içinde, bir insandan, bireyden ziyade sunakta ailesi tarafından bir erkeğe, onun vasıtasıyla da ataerkil toplum tanrısına kurban edilen, bunun için yetiştirilmiş bir adağı andırmaktadır ’diyor Kaya. (s.33)
Evlilik törenleri, evlenen kişilerin (faillerin) başkası ne der üzerine kurulu törenlerde nasıl edilgenleştiğini göstermesi açısından en önemli örnek olmalı. Kaya’nın dediği gibi ‘geleneksel zihniyetin içinden düzenlenen bir nikahta gelin ve damat törenin öznesi değil, nesnesi durumundadırlar.(s.32) Evlilik töreni hem toplumun iki kişinin arasına ömür boyu girmesi hem de başkaları için yaşanan hayatlara ibretlik sembollerle dolu. İyi Toplum Yoktur’da kutsal evlilik merasiminin ‘mümin kullarına’ dayattığı ‘kız isteme’, ‘gelin alma’, ‘bekaret kuşağı’ gibi ritüellerinin kadını nesneleştirme, toplumsal cinsiyet rollerini ise pekiştirici işlevini Kaya’nın kaleminden zaten okuyacaksınız.
Sistemin Bekçisi Olarak Birey
Bireyin elbette ait olma ihtiyacı var. Ancak bu aidiyet ihtiyacı bireyin toplumsal dayatmalar karşısında kendinden vaz geçecek kadar mı güçlü? Bir ömrün başkası ne der diye yaşanmasına itiraz etmenin akıllardan bile geçemeyecek kadar anarşist addedilmesi nereden geliyor? Oysa birey olmazsa toplum diye bir şey yoktur. Peki, üretilen toplumsal gerçekler nasıl oluyor da bireyi hep bir cenderenin içine atıyor? Her sistemin bekçilere ihtiyacı vardır. Ancak, eğer sistemin neferleri bekçileşirse işte o sistem o vakit en güçlüsü olur.
Günlük hayatta toplumsal rutinlerin kutsal ve dokunulmaz uygulamalar olarak devam etmesine dair pek çok sebebe dikkat çekiyor İyi Toplum Yoktur kitabı. Ayıplama mekanizması bunlardan biri örneğin. ‘Eğer nazik bir kız olmazsan herkes seni ayıplar.’ Ne kadar nazik olursan o kadar istismara açık olman ve gereksiz nezaketin hayır diyebilmeyi önlediği gerçeği önemli değildir. ‘Basit bir nikahla evlenirsen herkes senin ne kadar değersiz bir kadın olduğunu düşünür.’ Memnun edilmeleri üzerine kurgulanan düğün törenine katılan onlarca, yüzlerce kişi illaki memnun olmadan ayrılır. ‘Hiç ama hiç vaktin olmasa da, en önce evinin temizliğini şöyle dip köşe yapmalısın, sofrayı her öğünde donatmalısın ve bunu kadın olarak sen yapmalısın’. Ev içi emek görülmeyen ömürlük bir çabadır, kadınların kendilerine ayıracakları vakti tamamen kaplar ve toplumsal cinsiyeti pekiştiren en sık yapılan, en belirgin aktivitedir.
Özellikle kadına yönelik telkinlerde ona değer biçen, rol veren çoğu zaman yine kadınlardır. Ataerkil sisteminin devamına engel teşkil edecek bir hareketi önce yine kadınlar engeller. Kızını ayıplayacak misafir gözüyle ya da kızına ‘erkek annesi’ gözüyle bakan kız anneleri hep iyi niyetlerinden, kızlarının iyiliği için bekçilik yapar. Sistem bekçileriyle birlikte kendi kendini her gün ama her gün yeniden ve yeniden üretir, ataerkil sistemi sıkı sıkıya muhafaza eder.
Birey Neden İstismara Açık?
Nihan Kaya’nın İyi Aile Yoktur’la birlikte İyi Toplum Yoktur kitabının da bel kemiğini oluşturan temel tezini söylemeden geçmek olmaz: Yaşamımızın, benliğimizin, bize ait olanın merkezinin iç’ten dış’a kayması. ‘Bütün sorunlarımızın kökeninde merkez’in çocuğun ve birey’in iç’inden dış’a taşınması yatar. Merkez iç’te ne kadar güçlü olursa, çocuk yahut birey dış’ta vuku bulan şeylerden o kadar az etkilenir ve dış’la o kadar sağlıklı ilişkiler kurar.’ (s.90)
İyi Aile Yoktur’da belirtildiği gibi , çocuk üşümeden üzerine bir hırka vermek ya da acıkmadan zorla beslemeye çalışmak gibi günlük hayatın ‘iyi niyetli’ normalleri çocuğun ve sonrasında bireyin hep bir başkasının gözünün içine bakmayı, kendisini hep bir başkasının gözünden okumayı öğreten edimler. Ailede pek kanıksanan ve takdir gören bu davranışlara maruz kalan çocuğun merkezi dış’a çoktan taşınmış oluyor. Sonrasında toplumsal uygulamalar, yaratılan ve inanılan algılar, bekçiler, dış gözler, ayıplamalar, kınamalarla birey kendi içine, kendisine bakmayı unutuyor ve başkaları için yaşanan hayatlarla toplum yapısı yeniden ve yeniden üretiliyor. Başkalarına göre yaşamak, gücünü birey tarafından olağan görülmesinden, zaten öyleymiş, olması gereken buymuş algısından alıyor.
Gramsci’nin otoritenin meşruiyetinde rıza üretimi tezini tam da burada hatırlamak gerek. Otorite, gücünü rızadan alır. Boyun eğenlerin, güçsüz olanın izin vermesiyle, rıza göstermesiyle, ‘zaten öyle’ kabul etmesiyle gücünü pekiştirir. Sonra her şey kendiliğinden ‘doğal akışıyla’ devam eder zaten. Bireyin toplum tarafından istismarında da baştan verili kabul edilen, rıza gösterilen, doğru bilinen yanlışlar etkin. Aksini düşünenlerin çemberin dışına atıldığı, ‘defolu’, ‘eksik’, ‘yetersiz’, hatta ‘vatan haini’ olarak görüldüğü bir sistem, ancak bireylerin farkındalığıyla referans çerçevesini değiştirebilir.
Topluma Bir Kurgu Olarak Bakabilmek
Fenomenolojik sosyolojinin kurucusu Schutz, bireylerin dünyayı tipleştirerek bir kurgu sistem yarattığını, diğer insanların da aynı bilgiye sahip olduğu varsayımıyla imgelem dünyasında toplumu ve toplumsal kuralları verili, somut, değişmez olarak kabul ettiğini söyler. Oysa toplum doğal bir düzen değil, üzerinde uzlaştığımız bir kurgudur. Bu inşa sonrasında toplum artık bireylerin ötesinde, ‘nesnel’ bir nitelik kazanır ve gerçek olarak algılanır. Bireyler, rutinlerle bu kurguyu yeniden üretir ve yarattıkları şeye sıkı sıkıya bağlanır. Bu sıkı sıkıya bağlandıkları şey, aslında onların yaratıcılıklarına, kendileri olmalarına, kendilerine ait bir hayatı yaşamalarına engeldir çoğu zaman.
Kaya’nın kitabında örnek verdiği Çirkin Ördek Yavrusu masalını, bireyin hem aile hem de toplum karşısındaki durumu üzerinden yeniden okuyalım o halde. ‘..bir kuğuysanız, doğduğunuzda zaten güzelsinizdir..ancak ördekler ve kaz kafalı kazlar bir kuğunun ne kadar güzel olduğunu idrak edemezler. Maalesef ki aileniz ördek kafalı ördeklerden ve kaz kafalı kazlardan oluşuyorsa, bu aile siz büyük, güzel bir kuğuya dönüştüğünüzde de ne kadar güzel olduğunuzu yine takdir etmeyecektir.” (s.72)
İyi Toplum Yoktur’da Nihan Kaya, bir imgesel kurgu olarak toplumun nesnel bir gerçeğe dönüşme biçimlerine ve dönüşürken ataerkil toplumun güçsüzleri olan çocuklar ve kadınlar üzerinde nasıl etkiler bıraktığına dikkatimizi çekerek bizi uyandırmaya çalışıyor. Topluma tuttuğu aynayla, referans çerçevelerinin değişmesinde yol gösterici rol alıyor. Çarpıklıklar, adaletsizlikler ve yaşanmamış hayatlardan oluşan konfor alanlarımızın büyüsünü kaçıran bu ‘büyü bozucu’ya teşekkürler öyleyse.
*Nihan Kaya, İyi Toplum Yoktur, İthaki Yay, 4.Baskı.
Bir yorum
fikret orman
Maalesef ki aileniz ördek kafalı ördeklerden ve kaz kafalı kazlardan oluşuyorsa, bu aile siz büyük, güzel bir kuğuya dönüştüğünüzde de ne kadar güzel olduğunuzu yine takdir etmeyecektir.” (s.72)
Ben burdaki dendiği gibi kötü birşey değil.
Takdir kazanmayan insanlar daha çok çabalayıp daha çok düşünenler değil mi? İşini en güzel ve kaliteli yapan mühendisler hep itilmiş özgüvensiz insanlar. Veyahut ağzı çok laf yapan özgüven patlamalı ailesinden asla eksi not almayan bireyler hiçbir zaman kendini ölçmeyen insanlar olup kendi tanrılıklarını ilan ediyorlar. Bunların topluma hiçbir faydasını görmedim ben.
Ben kültür tanrısı olsam yine kız çocuklarına evlilik kimliğini empoze ederdim. Biran evvel kendi başarısını yakalasın o hayattan kurtulsun.