Kutsal Örümcek: Kutsalı Öldürmek
İnsanın benlik sunuşundaki çeşitliliğin sonucunda ortaya çıkan imajlar yığını ve bunların toplum tarafından bir o kadar çeşitlilikle algılanması sizin de ilginizi çekiyor mu? Bir başkasıyla karşılaşma anında yaşanan öz benlik ve sosyal kimlik karmaşası, benliği anlamlandırma ve çok çeşitli nedenlerle imaja bürüme halleri, çekiciliğini hiç kaybetmeyen bir konu benim için. Bilinçli bir farkındalıkla kendimize tutacağımız mercek ya da günlük karşılaşma anlarında insanların sosyal psikolojik durumlarını gözlemlemek ve hatta iyi romanlar okuyup iyi filmler izlemek gibi pek çok kaynak var benlik sunumlarına meraklı bir bakış atmak için.
Benlik algısı ve bunun toplumsal yansıması üzerine geçenlerde yine güzel bir malzeme geçti elime. Kutsal Örümcek filmini izledim. Son aylarda İranlı kadınların hak mücadeleleri için diri tuttukları protestolar üzerinden ilgi alanımıza yine dahil olan popüler bir okumayla değil ama. Bu mücadeleye siyasi destek amacıyla filme verilen ödüller yüzünden de değil. Popüler parlatmalar ya da İran sineması klişelerinin ötesinde, kutsala dayanan bir benlik sunumu üzerinden okumaya çalıştım filmi.
Kutsal Örümcek
Ali Abbasi’nin 2000’li yılların İran’ında işlenen seri cinayetleri beyaz perdeye taşıdığı filmi Kutsal Örümcek, suç-psikolojik gerilim temalı bir altyapıya sahip olsa da izleyiciyi seri katilin kimliğini bulmak için uğraştırmıyor. Film zaten ilk dakikalarında katilin, kendisini İranlı Şiilerin kutsal kenti Meşed’i ‘sokak fahişelerinden temizlemeye’ adamış, orta alt sınıftan dindar bir aile babası olduğunu ilan ediyor. Filmde izleyiciye yavaş yavaş sunulan ise, seri katil Said’in psikolojik altyapısı ve İran halkının sosyal psikolojisi olmuş esasında. Yönetmen, İran siyasetine ve toplumsal yapısına dair çeşitlendirmeyi seri cinayetleri izleyen ve olayın çözümlenmesinde baş aktör olan gazeteci kadın üzerinden yapmış görünüyor. Ancak filmi İran sosyolojisi üzerinden incelemek yerine seri katil Said’in benlik sunumuna ve bunun toplum nezdindeki imajlanmasına yer vermek istiyorum bu yazıda.
Said 40’larının sonunda, katil olduğuna başta genç karısı olmak üzere hiç kimsenin inanamadığı, ailesiyle ilişkisi iyi bir karakter görünümü çiziyor. Ona yakından baktığımızda ise İran-Irak Savaşı’nda savaşmış, kimliğini iyi ve makbul bir vatandaş olarak kendi içinde yüceltmiş, ancak sonrasında bir inşaat ustası olarak hayatına devam ederek atıl kaldığını hisseden birini görüyoruz önce. Bu noktada, sıcak çatışmalarda yer alanların bir kısmının şiddetle beslenen bir nevi ilkel erkeklik duygusu hazzı yaşadığını ve ‘meşru’ şiddet bittiğinde aynı duyguyu deneyimlemek için başka yollar arayabileceğini söylemek çok da yanlış olmaz sanırım. Zira bu tarz atıllık hissinden kaçmak için çatışma çatışma gezen radikal ideoloji zihinli, sosyopat ruh halli bir dolu adam var dünyada. 12 Eylül öncesi ülkemizde yaratılan iç karışıklıkta çatışmış ve sonrasında mafyanın çatışma ikliminde ‘yaşamın anlamını bulmuş’ bir sürü kişi de var malum. Bu açıdan düşünürsek Said’in, her ne kadar toplumsal olarak ‘iyi’, mazbut, makbul görünse de, içinde doyumsuz kalmış ve daha çok makbul olmak isteyen birini görüyoruz.
Bunun yanı sıra, filmdeki detaylı ve tekrarlayan cinayet sahnelerinde Said’in kurbanlarını hiçbir duygu hissetmeden boğuvermesini, sosyopat kişiliğin en temel göstergelerinden kabul edebiliriz. Filmde ani öfke nöbetlerine de yer veriliyor bu normal görünümlü sosyopatın zaten. Eşi ve çocuklarının bile şaşırdığı saldırgan bir ruh haline birden giriş yapabiliyor. Said’den okuduklarımız, kahraman olup bir yerlerden alkış bekleyen bu narsistik egonun, ‘özel biri’ ya da ‘önemli bir şeyle görevli biri’ olarak benliğini parlatmak istediğini anlatıyor bize. Bunun için de kendini emniyete alacağı ve fakat toplum açısından çok tehlikeli bir yere yaslanıyor: Kutsala.
Kutsalın Zehri ya da Zehirlenen Kutsal
Seri katil Said’in öldürmek gibi evrensel bir suçu, bir kahraman kıyafeti gibi üzerine giymesi tam da durup düşünmemiz gereken bir konu. Öyle ki, insanın hastalıklı benliğini bir kutsala dayandırarak makbul hale getirmesi şablonunu, irili ufaklı ve çok geniş bir spektrumda gündelik hayatta hem gözlemliyoruz hem de bizzat yaşıyoruz.
Filmde Said’in öldürmeye olan tutkusu ve öldürmeye bağımlı hale gelmesi izleyiciye çeşitli sahnelerle aktarılıyor. Said aslında sadece öldürmek istiyor, şiddetten besleniyor. Ama benliği bunu kabul etmiyor. Her insanın davranışlarını rasyonalize etmek zorunda hissetmesi gibi Said de şiddetten duyduğu hazza meşruiyet arıyor. Kültürel arka planı dogmatik bir inançtan beslendiğinden o da el yordamıyla buluyor kaynağını: Kutsal.
‘Kutsal Meşed kenti, uyuşturucu kullanan, bedenini satan bu ahlaksız kadınlardan temizlenecek ve bu bir cihat’ diyor seri katil Said. Said’in ve belki de toplumun genelinin ahlaksızlığa seçtikleri sıfır noktasının ‘kadın’ olmasına eleştirel bir bakış fırlatıyor yönetmen. Hem kamerayı sokak fahişelerinin acınası yoksullukla dolup taşan yaşam alanlarına çevirerek hem de gazeteci kadının maruz kaldığı tacizleri bir bir sıralayarak. Aslında, ‘geleneğin kutsiyeti nedense kadınları es geçiyor’ dedirterek.
Filmi izlerken Said’in zihin yapısını, din-dindarlık-kutsal konusu üzerinden söylenebilecek olumlu ya da olumsuz ön kabullerden uzak kalmaya çalışarak çözümlemeye çalıştım. Öncelikle, kutsalın klasik mantıkta safsatalar listesinin başında yer alması akılda tutulması gereken bir konu. Safsatalar yani akıl yürütmeyi engelleyen cümleler hayatımızın her köşesinde çünkü. Argümanı kutsala, bir otoriteye dayandırmak akıl yürütmekten uzaklaştırıyor insanı. Muhatabının da elini kolunu bağlıyor. O yüzden mantık dışı konuşmalara ve davranışlara maruz kalıyoruz sürekli olarak. Mantığa sığmayan safsatalar yüzünden iletişim ve paydaşlık kesiliveriyor. Bu durum filmde öyle bir hal alıyor ki, seri katil Said’e en dindar molla sınıfından gelen hakim bile insan öldürmenin cezası olduğunu anlatamıyor. Ortada bir değil, on altı canın katli var oysaki. O canların can olduğunu anlamıyor Said, hatta hiç oralı olmuyor. Ona göre onlar çöp, virüs, zararlı ve yok edilmesi gereken yabancı cisim çünkü.
İnsanın sağduyusuyla algılayabileceği doğru ve yanlışları göremez hale gelmesi için sarılıp tutunduğu, evirip çevirip hazırda bir yerlerde tuttuğu zehirli bir kutsalının olması bireyin kendini tanıması için de toplumun huzuru için de karanlık bir tünel gibi. Tam da burada insanın kendi kötücül dürtüleri için kutsalı zehirleyip toplumu sözde kutsalla zehirlemek isteyenlere verilebilecek yığınla örnek içinden güncel birini anmak isterim. 6 yaşında minicik bir kız çocuğunun evlendirilmesini, yani tecavüzünü iğrenç olarak nitelendiremeyen, ısrarla bunu savunmaya çalışan, bunu meşru bir imaja sarmaya çalışan bir zihin yapısının varlığı, tam da bu denklemin maalesef ki hep canlı olduğunun göstergesi bana kalırsa.
Pırıltılı Benlik Sunumundan Kitle Psikolojisine
Filmde, emniyet teşkilatının seri katili yakalamak için hiç çaba sarf etmemesine yapılan detaylı vurguyu belirtmem gerekir. Toplumsal kodlar bunu gerektirdiği için mi, yani sokak farelerinden kurtulmak için etrafa kedi salınması gibi basit bir denklemle mi katilin sokakları fahişelerden temizlemesine izin veriliyor. Yoksa haklar zaten herkes için eşit işlemediğinden mi insanlar katilin ceza almama ihtimaline hak veriyor. Bu gibi soruların kendi kamusal alanımızda olup bitenleri iyi değerlendirebilmek için de üzerinde düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.
Gelelim kutsala dayandırılan toplumsal histeriye. Sosyopat seri katilimiz Said’in benliğinden taşan narsistik özgüvenin topluma da yansıması olacak elbette. Tıpkı Said’in benlik sunumunu topluma göre, toplumdan doğru konumlandırması gibi. Said’in dogmatik bir dindarlıkla ve ataerkil bir geleneksellikle yaptığı konuşmalar doğal olarak bu dokuya sahip coğrafyalarda kitleler tarafından kolayca satın alınabiliyor.
Kısaca değinmek gerekirse; yığın ya da kitle psikolojisinin en marazlı tarafının kimliksiz olmasından ileri geldiğini belirtmeliyim. Kalabalık yığınlar halinde olduğunda insanın yüzü silikleşiyor, anlamsızlaşıyor çünkü. Bir güruh, manasız bir kalabalık haline geliyor insan; bir de kimliksiz tabi. İnsanın kimliksizleşmesini, yani akılsızlaşmasını, yani yaptığının sorumluluğunu almak zorunda olmamasını içerir kitle psikolojisi. İnsan bir kitle içine girdiğinde, orada sunacak bir benliğinin olması mümkün değil zira. O artık başka bir yaratığın kopya parçası, kendisi değil. Kalabalık nereye giderse oraya, ne derse o. Katilin Said olduğu ortaya çıktığında konu komşunun, esnafın Said’in ailesine yönelik olumlu tavrı, oğlunun onunla gururlanması filmin ilerleyen sahnelerinde Said’in büyük bir taraftar kitlesi kazanacağının göstergesi zaten. Yine de yargılama esnasında dışarıdaki yığınların Said lehine yaptıkları tezahüratlara içerlemeden edemiyorsunuz. Yanlışın, haksızlığın, adaletsizliğin ve sağduyunuzun kabul edemediği nice kötülüklerin büyük kitlelerce alkışlanmasını bir türlü içinize sindiremediğiniz gibi.
Peki, şimdi son olarak bir soru size: Şiddetten beslediği benliğini bir kutsala dayandırarak kolayca parlatan sosyopat seri katil, neye saldıracağını (‘toplumu zehirleyen aşüfte kadınlar’) yani toplumun ana damarlarını iyi bildiği için mi kahraman oldu, yoksa ‘bir kahramanlık destanı’nın kutsal bayrak taşıyıcılığını yapan narsistik özgüveni sayesinde mi kitleleri evrensel bir yanlışta birleştirdi?