Lucifer Etkisi
DEVEKUŞU TERBİYECİSİ,  UYUMSUZ(A) NOTLAR

Lucifer Etkisi: Kötülüğün Dayanılmaz Ağırlığı

Sıradan insanların zalimce tavırları kolayca benimsediği bir dönemdeyiz dersem abartmış olur muyum? Öyle anlar oluyor ki, bazen bir ben olan biten karşısında acı çekiyormuşum gibi hissediyorum. Ve böyle anların sıklaşması asıl beni korkutan.  Çoğalan kötülüklerle orantılı artan kabulleniş halleri. Kötülük işte böyle göze batmıyor. Abartma diyorlar bana, abartmayayım öyleyse diyorum ben de. Abartırsan katlanması zorlaşır diyor özetle ve eminim iyi niyetle pek çoğu. Abarttığım ya da aşırı hassas olduğum tespitiyle zaman zaman kendimden şüphe etmeme neden olan bu söylemler, gerçeklik algısının yıkılmaya çalışıldığı bir psikolojik manipülasyon tekniği olan gaslightinge ne çok benziyor oysa. Sanki birbirimize anı bloke edici hipnoz seansları uyguluyoruz topluca.

Çok daha fazlası ise duymak ve görmek istemiyor artık. Herkesin kesin ve net bir safı var. Bırakın başka düşüncelere açık olmayı, kendi savundukları fikirleri kendi yöntemleriyle dile getirmeyenler bile hedefe konup taşlanıyor artık. Hep bir burun kıvırma hali. Üstten bir bakışla ötekini eritiveren tutum, davranış ve sözler. Karşı ağızdan sözler dökülmeden evvel değerini düşürüp pul pul saçan o grandiyöz hezeyanlar. Kötülük işte bu yüzden geri planda kalıyor. Ve Bekir Ağırdır’ın çok yerinde tespitiyle Recep İvedikleşen toplumumuz konusunda ‘farkındalık hali’ içindekiler de maalesef işte bu sebepten ötürü atıl görünüyor.

Zimbardo’nun Hapishane Deneyi ve Ebu Gureyb’i Hatırlamak

“İyi insanları kötü bir ortama soktuğunuzda kötü ortam iyi insanları da değiştirir” der Zimbardo, 1971’de Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde uyguladığı hapishane deneyinin ardından. Bir bakıma insanın kötülüğünün kabahatini sadece dış faktörlerde arıyor gibi görünen bu deneyin sonuçlarından yola çıkarak Lucifer etkisinin hayatımızdaki etkilerine bakmakta yarar var.

Hapishane deneyi süresince denek olarak kullanılan psikolojik olarak sağlıklı öğrencilerin bir kısmı mahkum, diğer kısmı ise gardiyan olmuştu. Mahkum rolündeki öğrencilerden gardiyanlara itaat etmeleri, gardiyan rolündekilerden ise şiddete başvurmadan sert davranmaları gerektiği söylenmişti. Zimbardo’nun iki hafta sürmesi planlanan deneyi altıncı günde sonlandırmak zorunda kalmasına neden olan sonuç, hızla sadistleşen gardiyanlar ve aynı ölçüde korkup sinen mahkumlar oldu.

İnsanlara sınırsız güç verirseniz, herhangi bir denetim mekanizması da olmazsa bu güç insanı yozlaştırır” diyecekti Zimbardo deneyden otuz küsur yıl sonra kaleme aldığı Şeytan Etkisi (Lucifer Effect) kitabında*. Onu deneyden yıllar sonra bu kitabı yazmaya iten motivasyonsa, Ebu Gureyb Hapishanesi’nde yaşananların ABD medyasına sızması oldu.

2003 yılında işgal altındaki Irak’ta ABD askerleri, Ebu Gureyb’deki Iraklı mahkumlara yönelik bir yığın acımasız işkence ve tecavüzler dolusu insanlık suçu işlemişti. Üstelik bu askerler, aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği istismarlarını birer tatil fotoğrafı gibi gururla karelemişlerdi. O gün orada insanlık yoktu. Çoğu zaman çeşitli derecelerde kolayca yok oluverdiği gibi.

Sistemin İnsan Zihni Üzerindeki Dönüştürücü Etkisi

Ebu Gureyb’de olanlar bugün Amerikan kamuoyunun hafızasından silinmiş olsa da, fotoğraflar basına yansıdığında uluslararası kamuoyundaki infiali hatırlıyorum. Amerikan halkına gelince, onlar için bu durum eminim ciddi bir bilişsel çelişki yaratmıştır. O karelerde gördükleri canavarları o ana dek vatansever kahramanlar olarak kodlamışlardı zihinlerinde. Her bilişsel çelişki bir şekilde dindirilmek zorundadır ki insan bunun için pek çok kullanışlı yol icat etmiştir halihazırda.

Söz konusu bilişsel çelişkinin yatışmasında ise mahkumların ABD düşmanı birer terörist olduğu, bu yapılanları biraz da olsa hak ettikleri şeklindeki meşrulaştırmalar eminim pek çok kişide sedatif bir etki yaratmıştır. Eminim diyorum, çünkü işler genel olarak böyle yürüyor. Kötülüğü saf kötülük olarak görmeyi engelleyen meşrulaştırıcı ve dolayısıyla hafifletici etkenler o çok yaratıcı insan türünün en kullanışlı yaratısı değil mi?

Hayali Çipler Yaratan ve Kendi Yaratısıyla Dönüşen İnsan

Black Mirror’ın beni en çok etkileyen bölümlerinden biri olan ‘Man Against Fire’ın kurgusu tam da kötülüğün ‘rasyonalize’ edilerek yayılmasını anlatıyor. İnsan için yıkıcılığın, yok ediciliğin önünü açan, her türlü şiddeti haklı gösteren bir bakıma ona zalim ve kötü olma hakkını veren, ancak tüm bunlara rağmen kötü, katil, acımasız, insanlıktan uzak tanımlamalarını asla üstüne almamasını sağlayan ‘kullanışlı’ maskeler var. Man Against Fire’da böcek adı verilen ‘zararlı yaratıkları’ öldürdüğünü zanneden askerler, düşmanı nasıl görmeleri isteniyorsa o şekilde yani ölümcül bir yaratık olarak görmelerini sağlayan çipler yardımıyla savaşmaya devam ediyorlar. Ötekine zarar vermeyi meşrulaştıran ön yargı ve motivasyonlar ancak bu kadar iyi resmedilebilirdi. Zihinlerimizde ve toplumsal zihnimizde bu tarz hayali çiplerle donanmış olmamız acı verici. Bu hayali çiplerden her biri, kötülüğü o saf haliyle görmemizi engelleyecek cinsten üstelik.

Zimbardo da Şeytan Etkisi (Lucifer Effect) adlı kitabında kanımca bu hayali çiplerle bağlantılı olan bir örnek veriyor. Hitler, Yahudileri kontrol altına alabilmek için önce Yahudilerin kötü olduğuna ilişkin medyada haberler yayınlattı. Ardından okuldaki eğitime kötücül söylemler eklendi. İnsanların zihninde Yahudilerin kötü olduğu yeterince yerleşince buna ilişkin yasaların çıkartılmasına kimse pek ses çıkartmadı. Zimbardo der ki, Hitler öyle bir sistem kurdu ki, Hitler olmasaydı da katliamlar devam ederdi. Sanırım bu duruma kötülüğün sistemleşmesi ve sistemin bireyi dönüştürücü etkisi demek yanlış olmaz. Ancak bir şartla, sistemi oluşturan temel yapının bireylerden olduğu gerçeğini unutmayarak.

Kötülüğün sıradanlaşmasına ilişkin en sık verilen Holokost örneğinin ana fikrini alıp, bu merceği kendi toplumumuza, her gün tanık olduğumuz yüzlerce irili ufaklı zalimlik örneğine tuttuğumuzda birçok eşleşme görebiliriz.  Öteki olan bir cinsiyet, bir dil, bir düşünce, bir etnisite, bir siyasi görüş, bir inanç, herhangi bir ötekinin; zihnimize kazınan-kazıdığımız şemalarla/çiplerle, gerçekte olmayan maskelerle bir ‘böcek’e dönüşmesi içimizdeki Lucifer’i aktif hale getirmek için yeterli olabiliyor. Bu çipler vatanseverlik, dindarlık, -izmcilik, faydacılık,  ataerkil gelenek, hatta mağduriyet gibi pek çok değer ya da olgu alet edilerek kullanışlı hale getiriliyor. Bu meşrulaştırmalar olmasa,  kötülük ham haliyle, apaçık ortada oysa.

Lucifer Etkisi

İnsan Özünde Kötü mü?

Eski Ahit’e göre başlangıçta çok sevilen bir melek olan Lucifer, hırsına ve kibrine yenik düşerek gözden düşüp şeytan olur. Peki ya insan? İnsan neden kötülük yapar? Özünde kötücül müdür, yoksa şartlar mı onu kötü hale getirir? Binlerce yıldır devam edegelen ‘insan doğuştan iyi mi, kötü mü’ tartışmaları bir yana, insan çeşitli koşullarda kötülüğü seçen bir yapıya sahip. Ya da koşullar uygun olduğunda şeytana dönüşebilen bir varlık. Bazen bulunduğu gruba uygun davranmak adına, bazen otoriteye itaat etmek adına, çoğunlukla da ahlaki bir kopuşla, yine de ve illaki kendi iradesiyle Lucifer etkisine giriyor. Kötüyü tercih etmeye meyli olmakla birlikte tercih etmeme iradesine sahip olmasına karşın.

Her insanın içindeki iyi ve kötü, dış etkenlerle olduğu kadar -hatta daha fazla- kendi iradesiyle ve bilişsel kapasitesiyle ortaya çıkar. Şimdiye dek bu iki etkenin hep bireysel sorumluluk tarafına ağırlık veren konulara değindim. Dış şartların birey üzerindeki dönüştürücü etkisini temel alan bir tezi hatırlamak isteyişimin nedeni, bireyi bir kurban gibi görüp, iradesini hiçe saymak değil elbet. Aksine toplumsal yapının mimarı, dolayısıyla da toplumsal değişimin temel sorumlusu olan bireyin sorumluluğuna bir kez daha vurgu yapmak. Toplumu oluşturan her bireyin nasıl olup da o çok özgürlükçü ideallerinden vazgeçip kötücülleşen topluma ayak uydurmaya bu denli hevesli olmasına bir kez daha dikkat çekmek.  

Bu sebeple, insanı kötüye yönelten dışsal faktörlerin farkında olmak da, kötülüğün sıradanlaşmasına karşı duyarlı kalmak da insanın sorumluluğunda. Öyle ki kötülük sadece bazı olağanüstü şartlarda değil, sıradan görülen ‘normal’ şartlar altında da hızla yayılıyor ve bu durum artık kulak ardı edilemeyecek, abartma denemeyecek ciddiyette bir boyuta ulaşıyor.

İyi Kalmak İçin Saf Kötüyü Görebilmek

Peki sistemin bu belirleyici etkisine ve dayatmalarına rağmen iyi kalmaya direnmek mümkün mü? Sağduyu, irade, ahlak felsefesi, dinler, sanat vs. bunun için var. Sistemin dönüştürücü etkisinin farkında olabilmek, manipüle edici gücüne karşı ayık kalabilmek, her an içine tekrar tekrar doğduğumuz dünyanın ‘doğruları’yla hareket etmemek için dışarıdan bakabilmek bireye düşen bazı sorumluluklar olarak öne çıkıyor. Kendine biçilen rolü sorgulamadan kabul eden, etiket ve kimlik tutkunu olduğu kadar kişiliksiz, kendinden daha güçlü olana itaat kolaycılığını tercih eden, bununla övünmek için atasözleri üreten bireyler olmaktan kaçınmak ve kral çıplak demeye devam edebilmek gerek.  Akıl sağlığımızı ve insanlığımızı korumak için başlangıç adımlarını belki de tekrar yürümek gerek.

Toplumda hızla yayılan saf kötülük halini amasız, fakatsız, şemasız, filtresiz, maskesiz görmeye ve göstermeye devam etmek, biraz da At Sineği Sokrates’in mirasını umursamazlar ve indirgemecilere rağmen devam ettirmek demek. Aracından keyif olsun diye pompalıyla sokak köpeği avlayana, eski karısı ondan boşandı diye sokak ortasında ölüm yağdırana, masum halkları bombalayana, tecavüzcüye tacizciye, trafikte narsisizmini türlü magandalıkla okşayana, yavru kediyi yakana, ATM’den üç aylığını çeken emekliyi soyana, bir insanı açlığa terk edene, kadını mal gibi görüp ticaretini yapana, emeği hakir görene, haksız kazanç sağlayana, kendisinden başka her hangi bir görüşü boğuverene, adaleti öldürene, bir kız çocuğunun eğitim hakkını engelleyene, hak etmediği koltuğunda gerine gerine oturana ve daha nicelerine, kötülüğün boyutu ve kılıfı her ne olursa olsun en azından kötü diyebilmek zorundayız. Yoksa Lucifer hepimizi etkisi altına alacak.

*Philip Zimbardo- Şeytan Etkisi -Say Yayınları

4 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir