NEPAL (Spoiler ve Öznel Duruş İçerir)-1
‘Umarım Nirvana’ya Ulaşırsın’
“Sana ne söyleyebilirim ki, saygıdeğer kişi?” diye cevap verdi Siddhartha.”Olsa olsa kendini aramaya fazla verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı?’”[1]
Sonsuz huzura giden yol göklere değil, yüreğe uzanır demişti Buddha. İnsanın maneviyat taşımadan aydınlanabilmesinin mümkün olmadığını da söylemişti. Kendini tanımanın, yolda olmanın felsefecisi Buddha’nın memleketi Nepal. Ben öyle sanıyordum o diyarı deneyimlemeden önce. Sonrasında Nepal’in artık Buddha’nın değil, Osho’nun ülkesi olduğuna karar verdim.
Nepal’e Gidiş
İşimden istifa ettiğim gün fönlü saçlarım, hafif makyajım ve topuklu ayakkabılarımla Ankara’nın kuru sıcağında emin ve mutlu adımlarla yürüyordum. O an olmak istediğim kişi ise, bol meltem esintili küçük bir kasabada sabah gün doğumuyla birlikte allı güllü şalvarını giyip elinde çapayla bağ bahçe işine dalan bir kadın.. Oysa ben bir süre sonra kendimi Muson yağmurlu Katmandu’nun bir banliyösünde Hindu bir aileyle yaşarken buldum. Nepal’e nasıl gidilir, nerde kalınır, ne yenir, en havalı Nepal kareleri nasıl itinayla oluşturulur sorularının binlerce cevabı zaten kolayca erişilebilir durumda. Bu yazı benim Nepal’le duygusal ilişkimi içeriyor. Nitekim, ülkeler ve şehirler de insanlar gibidir kanımca. Ve herkesin mekanla ilişkisinin kerameti kendinden menkuldür.
Çalışma hayatı boyunca uzun esler vermek mümkün olmadığından yıllardır uzun soluklu bir seyahat yapmayalı, şöyle pasaportuma turistik vizenin yanına bir de ikamet pulu yerleştirmeyeli çok olmuştu. Kendimi alıp nerelere gitsem diye düşünürken zihnimde, gökyüzünü izleme hazzımın çirkin çirkin binalarla kesilmediği, şöyle düzlük bir mekan vardı. Ruhum dedi ki bana azcık da dağ tepe olsun, ve yankılansın dağlar[2]. Dağ dileğim ağır bastı ki, dünyanın çatısına gittiğimi uçak biletimi aldıktan sonra yaptığım teknik araştırmalar sırasında öğrendim. Hani enternasyonaldim ben? Algıda seçememezlik. Yakın doğuya bakmaktan uzak olanı seçemeyebiliyoruz demek ki.
Şefkat Elçiliği mi, Alternatif Tatil mi?
Mekanla bağlantımın bir sebebi olmalı. Analitik düzlemde niyetimi oturttuğum meşru bir sebep olmalı tabi ki bu. Fazla sorgulayıcı yanım ‘evinde onca mülteci varken, sen git uzaklara İngilizce öğretmeye’ dese de isteyene meşru bahaneler çok. Örneğin biraz uzaklaşma isteği, kendinle kalma isteği, gönüllü projelere ‘biraz uzakta’ katılma isteği. Bir de, çok kültürlülüğümün sınırlarını görmek istedim belki de. Başladım volunteer- gönüllü- programlar aramaya. Yüzlerce ajans var bu işi yapan. Kendinizi şefkat elçisi hissettirirken size alternatif tatil satmaya çalışan. Hiç boşuna beklemeyelim derim, kapitalizm işte sırf bu yüzden çökmeyecek. Kendi yarattığı manevi boşluğu doldurmak için yine kendi ürettiği yöntemleri satmayı çok iyi becerebildiğinden.
Gönüllü İngilizce öğretmenciliği oynamak için bireysel emeklilik fonuma başvurmak zorunda kalınca, yani gönüllü bir projede çalışmak için, en basit tabirle iyilik yapmak için yüzlerce dolar ödemek zorunda kalınca bunlar geçti aklımdan. Ama planlamayı yapıp niyet ettiğimden kendime başka bir ulvi sebep buldum. Meditasyon öğrenecektim. Meditasyon da en iyi Kopan Manastırı’nda öğrenilecekse oraya gidecektim. Önce biraz gönüllü çalışıp ilk hedefimi gerçekleştirince meşhur Budist manastırına yerleşecektim. Bunun için manastır yasaklarına takılan tütünümü bile bıraktım, bahane oldu belki ama sırf Kopan’daki Budist rahiplerden meditasyon eğitimi alacağım diye yıllardır uzak kalmayı düşünmediğim tütünü bile bıraktıran bu manastır nerden çıkmıştı ki?
Niyetime düzlük diye başladığımı hatırlıyorum. İnsan başlangıçtaki hedeflerinden nasıl da uzaklaşıyor. Ve ben yaptım oldu demek için insan, gittiği yolda manipülasyonlarla nasıl şekil değiştiriyor. O dönem sufi okumaların ayarını fazla kaçırmış da olabilirim gerçi. Dinginliği deneyimlemek için meditasyon, kendimi duyabilmek için meditasyon ve her geçen yıl, her yaşanan olayla aslından daha çok uzaklaşan insanın ‘ben aslında kimim’ gibi naif ama içten sorusunun cevap ihtimali olarak meditasyon. Hallelujah.. Bazı şeylere ne çok anlam yüklüyoruz.
Tüketim toplumunun[3] o meşum girdabından uzaklaşmak için önümüze sunulan seçeneklerin nasıl ustaca planlandığına ilişkin küçücük bir örneklem olarak gördüm Nepal’i, deneyimledikçe. Beni Katmandu havaalanından alan ajans sorumlusu Nepalli kadının Tamil’de bir otele yerleştirir yerleştirmez, çocuklara İngilizce eğitimini hangi okulda nasıl vereceğimden bahsetmeden önce paraları görelim edası, okuldaki Nepalli öğretmenlerin batıdan gelen herhangi bir ‘gönüllü’yle evlenip bir an önce ülkelerinden ayrılma planları, Chitwan’daki doğa kampındaki Batı hegemonyası, Pokhara Gölü’nün kenarına hizmet işçileri dışında yerel halkın girmesinin mümkün olmaması gibi pek çok örnekle mistik dünya yanılsamalarını bir bir anlatacağım size. Bhaktapur’da Durbar meydanında fotoğraf çekerken bir Nepallinin bana söylediği o cümle ne güzel de özetliyor bu yazıyı: ‘Umarım Nirvana’ya ulaşırsın’. Ama önce, biraz Nepal’de günlük yaşam zamanı.
Yoksul Ülke Nepal: Gelişmemişlik mi, Geri Bırakılmışlık mı?
İnternetten erişip kolaylıkla öğrenebileceğiniz detaylı bilgilere girmeden Nepal’in sosyoekonomik durumuyla başlayalım. Her doğu ülkesi gibi, her ‘çevre’[4] ülkede olduğu gibi Nepalliler yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Asya’nın iki ekonomi devi Çin ve Hindistan arasındaki bu kayboluşu jeopolitik engeller olan Himalayalar’la, halkın inanç sistemiyle ya da her sorunu dış mihraklara bağlayan yüce tembellik teorileriyle açıklamak mümkün. Aslında dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Nepal’in ‘gelişememişliği’ni kendisinin mi seçtiği yoksa ‘birileri tarafından geri mi bırakıldığı’nı tartışmak uzun bir yazı konusu.
Aza Kanaat Bahsi
Ülke ekonomisi bolca tarıma ve biraz da turizme dayalı. Taraçalı pirinç tarlalarında kocaman hasır sepetlerini sırtlanmış kadınlar aklımda en çok kalan karelerden. Bir de Nepal’in en meşhur turistik mekanı Tamil’de kaldığım bir otelde, mutfak çalışanlarıyla yaptığım sohbette öğrendiğim ‘hizmet işçilerinin günlük çalışma sürelerinin 18 saat olduğu’ bilgisi. Çileci bir inanç sistemine dayalı Nepal kültüründe aza kanaat getirmek, kültürel gurur kaynağı olsa da; bu inancın günlük hayata yansıması farklı pratiklerle gerçekleşiyor. Sokaklarda ellerinde bir tasla dilenen, kirden derileri kayış gibi olmuş Hindu dilenciler, içine doğdukları hayatı değiştirmek için sadece sabretmeleri gerektiğine inanıyor. Bu şekilde ‘karma’larına yaptıkları yatırımla bir sonraki enkarnasyonlarında çok daha iyi bir hayata doğacaklarına inanıyorlar. Bana göre bu noktadaki mantıksal çelişki, konfora ulaşma arzusu.
Eğer konfor- ya da göreceli olarak tanımı değişebilen insanca yaşam- kötü bir şeyse neden buna ulaşmak için Karma notunun yükseltilmesi gerekiyor? Eğer iyi bir şeyse neden gerçeklik açısından varlığı tartışılmaz olan şu anki hayatta konfora ulaşmak reddediliyor? Konfor deyince, sahip olmanın verdiği sözde ‘iyi hissetmek’ten bahsetmiyorum. Temel insani değerlerin ulaşılabilirliğini sorguluyorum. Nepal’de uyuşturucu, çocuk işçiler, her türlü ‘alt sınıfa- kadın, çocuk, hayvan-’ şiddet, taciz ve kız-erkek çocuk ayrımı öyle gözle görünür durumda ki. Nepallilerin bu elle tutulur-gözle görünür duruma olan boyun eğişleri ile ülkelerine Batılıların akın akın pasifist bir felsefeyi öğrenmeye gelmeleri olgusunu yan yana koyduklarında nasıl bir denklem kurduklarını ve ne sonuca vardıklarını gerçekten öğrenmek isterdim. Ancak bu konuyu her ne kadar farklı şekillerde sormaya çalışsam da hiçbir Nepalliden aradığım cevabı alamadım.
Nepal’de Eğitim
Nepal’de halkın yarısı okuryazar değil. Kırsalda eğitime erişim oldukça zor. Bunu Chitwan’da Megaliu köyünde ‘köy öğretmenciliği’ oynayan biri olarak söylüyorum. Chitwan’a, Katmandu’da bir Montessori okulunda başladığım İngilizce öğretmenliği görevimin devamı olarak gittim. Hani bahsettiğim, paranla gönüllü olma ajansından tayinimi Katmandu’dan Chitwan’daki okula istedim. Çıkıverdi. Size Buddha’nın ülkesinde paranın hiç susmadan konuştuğunu söylemiş miydim? Nepal’de çok yoksul olmayanlar, yani az yoksul olanlar çocuklarını biraz para vererek Montessori okullarına gönderiyorlar. Aslında Nepalliler bu okulları Montessori okulları sanıyorlar. Birileri bu halkı gerçekten kandırmış olmalı. Nepal’deki Montessori okullarında inanılmaz bir disiplin hakim. Oysa bilindiği üzere İtalyan menşeli bu metottaki eğitim kurumlarında çocuk, tektipçiliğe karşı kendi bireysel becerilerini geliştirmesi için desteklenir ve yaratıcılık felsefesi üzerinden genel geçer disipline tamamen karşı çıkan bir anlayışla eğitilir. Nepal’de ise okulların kapısında Montessori yazıyorsa, o okulda misyoner okullarının katı disiplini uygulanıyordur ve devlet okullarından farklı olarak, İngilizce eğitimine ağırlık veriliyordur.
Chitwan’da, Budist köyü olduğunu sonradan öğrendiğim köy okulunun bahçesine ilk girdiğimde 1950’lerin Türkiye’sini anlatan eski bir filmin içine daldım. Sabah derse başlamadan önce ip gibi sıraya dizilen öğrenciler bizdeki eski ‘andımız’ ritüeline benzeyen bir şeyler okuyorlar hep bir ağızdan. Okul müdürünün otoritesine bağlı egosu öyle kocamandı ki, bana derslerin ardından bir referans mektubu yazabileceğini söylediğinde özgüvenine hayran kalmıştım. Dersler ezberciliğe dayanıyor. Sankstritçe olan metinler diğer dersler konusunda bilgiye erişimimi engellese de İngilizce kitaplarındaki Mr. And Mrs. Brown’la başlayan diyaloglar ve çocukların pratikteki bilgisinin çok ötesindeki okuma parçaları, bu ülkeyi yönetenlerin sorgulayıcı eğitimi pek sevmedikleri konusundaki kanaatimi pekiştirdi.
Derslerin arasında teneffüs yok. Öğle tatiline kadar çocuklar bir saatlik dilimlerden oluşan bir dersten diğerine yelken açıyor. Ve öğretmenler bu çocukların dersin her dakikasını büyük bir dikkatle takip etmesini bekliyorlar. Bilgisayar, Katmandu’da internet kafelerde görebildiğim bir aletti. Okullara ait bir bilgisayar olmadığı için öğrenci kayıtları ve tüm belgeler kocaman siyah defterlerde tutuluyor.
Katmandu’da Montessori okulundaki öğretmenler, pek sıcakkanlı olmasalar da köy okulundakilerine göre diyaloğa daha açıktı. Nepal halk dansı öğretilen bir dersi izlemek için davet edilmiştim mesela. Ya da Nepal’e ilişkin neler düşündüğüm merak edilmişti. Sabah aynı yoga kursunda rastlaştığımız bir öğretmen Amerikalı bir gönüllü tarafından nasıl evlilik vaadiyle kandırıldığını bile anlatmıştı. Bu arada, Nepal’de eğitimli sınıfın en büyük rüyası bir an önce Batılı bir ülkeye göç etmek. Hangi şartlar altında olduğu hiç önemli değil.
Köy okulundaki öğretmenlerinse hiçbiri benimle iletişime geçmedi. Okul müdürü, Türkiyeli olduğumu öğrendikten sonra yanındakilere ‘Müslim-Allahuekber’ gibi bir şey fısıldamasının ardından bazen derse ajan öğretmen gönderdi, çoğu zaman da bahçeye açılan pencerenin gerisinden çocuklara ne anlattığımı dinledi. Nepalli çocukların balonları ve resimli yapışkanları çok sevdiğini öğrendiğimden bunlardan Türkiye’deyken bolca almıştım ve derste diyaloğa katılan öğrencilere ödül olarak veriyordum. Tanışmamızın anısına bir de Türkiye’nin sembolü olan nazar boncuklu küçük süs eşyaları hediye etmiştim çocuklara. Tam bu noktada, karşılaştığım Nepalli çocukların Türkiye gibi bir ülkenin varlığından ilk kez benimle haberdar olduklarını eklemeliyim.
İlerleyen günlerde çocuklar evlerinden veto yemiş olacaklar ki birer birer bu süsleri geri getirmeye başladılar. Nepalliler Türkiye’den gelen bu yabancının onlara kara büyü filan yapacağından korkmuş olmalılar. Bu hiç de dostane olmayan tutum, Nepalli çocuklara olan içten ilgimi değiştirmese de, Nepalli yetişkinlerin kafasındaki önyargı canımı fena halde sıkmaya başlamıştı. Kendini dünya vatandaşı olarak hisseden; hiçbir kültürü, ırkı, inancı, cinsiyeti ötekileştirmeden temel insani değerlerden referanslarla hayatı okumaya çalışan biri olarak, üstelik ‘vermek’ ve öğrenmek amacıyla ‘gönüllüğü parayla satın alıp’ yollara düşen biri olarak yaşadığım bu dışlanma ve maruz kaldığım bu art niyetli önyargı beni pek çok şey üzerine yeniden düşünmeye itti. Sosyolojik yeniden yapılanmamın Nepal ayağında bu Budist köyünün yanı sıra pek çok etken aktif şekilde denkleme katıldı.
Medeniyetler Çatışıyor
Bunlardan birisi, köy okuluna 20 dakika yürüme mesafesinde, orada bulunduğum sürece konakladığım doğa kampının sahibi Bişnu’ydu. Hindu Bişnu, kayıt yaptırdığım gönüllülük ajansının Chitwan bölge sorumlusu ve Katmandu’da ısrarcı ‘kimlik’ sorgulaması sonucu Müslüman olduğumu öğrenince saçları diken diken olan mihmandar kızın babasıydı. Kampta kalışım boyunca tam anlamıyla bir ayrımcılığa maruz kaldım. Diğer kamp sakinlerinin hayatını alabildiğine kolaylaştıran Bişnu, Türkiyeli Müslüman katılımcıyı çoğunlukla görmezden geldi. Sorularını cevaplandırmadı, hakkı olan temel hizmeti almasını ısrarla engelledi. Ama buradan Bişnu’ya özel teşekkürlerimi sunuyorum. Kimliğimi yeniden sorgulamama, ötekileştirilenlerle empati yeteneğimi geliştirmeme, varoluşa ve kimliklere dair hem felsefi hem de sosyolojik sorgulamalarıma bir motivasyon kaynağı olduğu için. Teşekkürler Bişnu, şimdi senin kampından bahsedeyim biraz.
Chitwan’daki köy okuluna gitmeden önce, okula yürüme mesafesindeki organik çiftlikteki barakama yerleştim. Bu doğa kampı, tek kişilik 7-8 barakadan, avludaki bir heladan, ortak kullanılan bir duştan, 2 manda, 3 keçi, çokça kümes hayvanı ve -dönümleri çok bilmiyorum ama- az dönümlü bir tarladan oluşuyordu. Kampın sakinleri de ikamet süresi 2 haftayla birkaç aydan oluşan (bütçenize göre kalma süreniz değişir) Batılı gezginlerden ibaretti. Kampın Batılı olmayan ilk ve tek katılımcısı bendim. Gece aydınlatmanın olmadığı avlunun bir ucundaki tuvalete el feneriyle yaptığım yolculuklar ve duvarlarda tehlikeli bir böcek var mı şeklindeki keşifler bu kampın hayatıma sunduğu ‘heyecanlı’ deneyimler oldu. Küçük ve tahta kadar sert bir yataktan ibaret barakamı (hücremi mi demeliyim) kaldığım süre boyunca boyları 20 ve 30 cm olan iki kertenkele ile paylaştım. Gece ağaçkakan gibi ses çıkarmaları dışında oldukça dostane oda arkadaşlarıydı.
Kamp Hayatı Rutinleri
Kampta sabah 4’te uyanılır. Köylülerle ve kamp arkadaşlarınızla hocanın arkasında yogaya durulur. ‘Uydum imama’ demek istemezseniz köyde gün doğumuyla birlikte bir gezintiye çıkabilirsiniz. Direklere asılmış hoparlörlerden yüksek sesle Nepal halk şarkıları çalınır. Sonra bisküvi ve çaydan oluşan kahvaltınızın ardından işinize gidersiniz. Önce toprak bellemek, sonra yaban otlarını temizlemek ve ardından köy okulunda öğretmencilik oynamak. Avusturalyalı bir bioenerji uzmanından öğrendiğim ‘Avusturalya’da bioenerjinin sosyal güvenlik kapsamında olduğu’ bilgisi kamptaki insanlardan öğrendiğim en ilginç şeydi. Diğerleri tahmin edeceğiniz üzere Doğu-Batı çatışması.
Batılıların ‘burada her şey ne kadar da enteresan’ sözlerinin ardındaki ‘first class’ gözlükleri. ‘Nepal hep böyle kalsın, hep ilgimizi çekecek farklı bir şeyler olsun, biz konforlu hayatlarımızdan sıkıldığımızda çıkıp çıkıp gelelim’. Kamp arkadaşlarım dünyada gezip görecek her yeri bitirmişler, sıra Nepal’de organik tarım yapmaya gelmiş. Avusturalyalı olan bioenerji işi nedeniyle yorulan enerjisini Nepal’de topraklamaya karar vermiş. Kaliforniyalı bir kampçı Nepal mutfağını öğrenmek için gelmiş. İki İngiliz, Hindistan’a giderken geçerken bi’ uğramışlar. İtalyan’sa Vippasana kursu için Nepal’deymiş. Hippi dedelerinin maceracı torunları.
Kültürleşme mi, Kültürlenme mi?
Kamptaki son günümün akşamında, geldiğim günden beri benimle hiç diyalog kurmayan, hiçbir soruma doğru dürüst cevap vermeyen Bişnu’yu, neredeyse yerlere eğilerek birilerini selamlarken gördüm. Kampın yeni sakinleri Finlandiyalı iki kız. Alınlarında tika denen Hindu damgası, boyunlarında çiçek kolyesi ve sarileriyle, ellerini çenelerine kavuşturup ‘namasteee’ diyerek geliyorlar. Aman Allah’ım, ‘lütfen bizi kolonileştirin de biraz gelişelim diyen doğu halkının torunları ve evrimsel antropolojiyi, kendi üstünlüklerini kanıtlamak ve ‘gelişmemiş’ halklara yaptıkları eziyetleri meşrulaştırmak için uyduran batılıların torunları bir arada. Size mutluluklar. Tarih biz istedikçe tekerrür eder. Yeni bir şey yok dağılabilirsiniz.
Bu şaklabanlığa tabi ki daha fazla katlanamadım. Ertesi gün kendimi ülkenin diğer ucunda, yogiler güneşi selamlarken, Pokhara gölünde bir kayıkta son ses Ahmet Kaya dinlerken buldum. Nepal, birçok yönüyle ‘medeniyetler çatışması’nın[5] varlığının zihnimdeki kanıtıydı ve her ne kadar ‘Batılıların yarattığı bu çatışmanın parçası değilim, bunlar siyasetçilerin iktidar çatışması için uydurduğu komplolar, dünya barışı, ben küreselim, hümanistim, insani değerleri üstün tutarım’ diye vıdı vıdılasanız da coğrafyanız kaderinizdir. Ve bu kader sizin çabanızla şekillendirebileceğiniz en büyük sorumluluklarınızdandır.
NEPAL (Uyarı: Spoiler ve Öznel Duruş İçerir)-2
[1] Hermann Hesse- Siddhartha
[2]Haled Huseni- Ve Dağlar Yankılandı.
[3]Tüketim Toplumu-Jean Baudrillard
[4] Wallerstein’in Dünya Sistemleri Teorisine göre ‘periphery-çevre’.
[5] Samuel Huntington-Medeniyetler Çatışması