nepalde dini yaşam nepal doğası
BEYNEL MİLEL

NEPAL (Spoiler ve Öznel Duruş İçerir)-3

Om Mani Padme Hum

Nepal anayasada laik, toplumsal olarak tutucu şekilde ritüllerine bağlı dindar bir ülke. Toplumsal sınıf ölçütü olarak hala binlerce yıllık Kast sistemini kullanıyorlar, yanında ise olmazsa olmaz kıstas olan etnik ve dini kimliği. Yeri gelmişken, Kast sistemi konusunda kendilerini çok dürüst bulduğumu, bizlerin bu tarz sistemleri onlar kadar derinden yaşarken kendimize itiraf edemediğimizi anlatmaya çalıştığım eğitimli bir Nepalli bana anlamaz gözlerle baktıktan sonra gülümseyerek ‘Namaste’ demişti.

Namaste çok kullanışlı bir kelime Nepal’de, Arapça’daki ehlen ve sehlen gibi, bizdeki eyvallah’a da benziyor biraz. Selamlaşmanın ötesinde hangi durumda söyleseniz işe yarıyor. Bu arada,  bizdeki Namaz kelimesinin ‘Namaste’den geldiğini öğrendiğimde kültürel Müslümanlık üzerindeki Hindu dinlerinin derin etkisine daha fazla inandım. Zaten bu kanıya varmamda Nepal kültüründe şahit olduğum pek çok şey etkili olmuştu. Tespihsiz dışarı çıkmayan Budistler, Buddha’nın doğum ve ölüm yıldönümünde yemekler, helvalar dağıtan insanlar, regl dönemindeki kadınların ‘necis’ kabul edilip mutfağa sokulmaması, çilecilik ve daha pek çok şey..

Gözüm biraz farklı şeyler görsün, insanlığın renkleriyle şenlensin diye çıktığım her seyahat, illaki hevesimi kursağımda bırakır. Her seferinde dünyanın düz[1] ve içindeki herkesin tek tipleştiği kocaman bir köy olduğuna üzülerek yeniden kanaat getiririm. Nepal öyle yoksul ki; kapitalizm, çarkını döndürebilecek bir değer bile bulamamış. Buna karşın, kültürel anlamdaki yayılmacılığı konusunda oldukça başarılı. Ülkede tahminimin ötesinde bir batı hayranlığı var. Ülkelerine gelen batılı turistler onlar için her şey. Ama bana kalırsa asıl kültürel yayılmacılık Hinduizmden devşirilmiş bol Budist soslu, özü itibarıyla ise, -lafı dolandırmaya gerek yok- tam bir şarlatanlık olan Osho sevicilikle gelmiş. Oshoism, bu toprakların doğu mistisizmini evirip çevirip ego ve lüks odaklı batı kültürüne bulayarak tereciye tere satmış. Küresel sisteme hakim kültürden uzaklaşmak için, ruhunu hatırlamak için, ya da çok yüce değerlere kavuşup aydınlanmak için akın akın gelen Batılıları burada hiç de uzak olmadıkları bir yapı karşılıyor: ‘money talks’.

‘Paran kadar gezersin, parana göre konaklarsın, paranla Everest’e gidersin’i yadırgamak safdillik olur elbet, ama paran kadar medite olursunu garipsememek tuhaf olmaz mı? Oshocu guruların özel meditasyon derslerini dolar üzerinden verdiklerini söyledikten sonra meditasyon ya da çeşitli konseptlerdeki yoga kurslarının, gelir düzeyinize göre şekillenen oda ücretlerinden oluştuğunu ekleyip bitirmek istiyorum bu bahsi.  Burada iki ihtimal karşınıza çıkıyor: Ego öldürüp öz benliğinizi tanımaya giderken evdeki alçak gönüllüğünüzden de olup şöyle pırıl pırıl aydınlanmış, yepyeni cilalı egocuklarınızla evinize dönme ihtimaliniz ya da benim gibi ‘bu şartlar altında o manastırda o beyaz şalı boynuma dolattırmam arkadaş’ deyip, ‘yogayla ofis hayatında çürümeye bıraktığım kaslarımı güçlendiririm, gelmişken de Vippasana ile sabrımın sınırlarını deneyimlerim’ deyip uğruna belki tütünü bile bıraktığınız manastır rezervasyonunuzu iptal ettirmek. Bu iptalin arkasında Nepal’de geçirdiğim vakit boyunca yaşadığım kültürel kimlik çalkalanmalarının etkisi büyüktü tabi.

Nepal’de Dini Gruplar

Nepal nüfusunun büyük çoğunluğunu(%80’den fazla)Hindular oluşturuyor. Ancak ülke Buddha’nın doğduğu yer olarak milli gelirinde Budizmin, özellikle Tibet Budizminin ekmeğini yiyor. Bu yüzden nüfusun %10’unu bile oluşturmayan Budistler, ülkedeki pasif sosyoekonomik statülerine rağmen oldukça saygı görüyor. Kent merkezlerinde Hinduların Brahman sınıfına mensup olanların gururları görülmeye değer. Nepal’e gelmeden önce farkında olmadığım bir diğer şey de, insanın özündeki cevhere(padme/lotus) selam gönderen bu çok meşhur Budist mantrasının -om mani padme hum- ülkede özellikle turistlerin bolca ziyaret ettiği yerlerde bolca çalınıp söylenmesine rağmen, galiba Müslümanların içinde o cevherin olduğuna inanılmaması. Hiç eğip bükmeye gerek yok: Bu ülkede Müslümanlardan gerçekten nefret ediliyor.

Nepal’e yakın coğrafyalar olan Sri Lanka, Bhutan, Myanmar gibi Budizmin yaygın olduğu bölgelerde Budistler ve Müslümanlar arasındaki kanlı çatışmalar- Müslüman köylerin yakılması olarak zaman zaman Türkiye’deki haberlere de yansır- etnik kökenli başlamış, bir iktidar-toprak-mal derdi. Kısa sürede, her çatışmanın olmazsa olmaz kamuflaj malzemesi olarak kullanılan dini çatışma görünümüne evrilivermiş. Sri Lanka’da 1980’lerde ortaya çıkan etnik iç savaş sonrası, zarar vermenin en büyük yasak sayıldığı Budizm takipçilerini kan döken, insanları diri diri yakan, sivilleri kapının önüne koyan birer savaşçı haline getirmesi ne kadar enteresan değil mi? Tek amaçlarının dünyaya barış mesajı yaymaya çalışmak olduğuna inanan,  ‘pasifizmin sembolü’ haline gelmiş bu dini öğretide rahiplerden oluşan bir ‘Budist tugayı’ oluşumunun varlığı, en az IŞID’in varlığı kadar trajikomik ve insanlık mirası açısından tehditkar olsa da onun kadar popüler değil. Yine de, farklılıkların bir arada yaşayabilmesinin güzelliğine vurgu yapan[2] dinlerin takipçilerinin[3] hali gerçekten içler acısı. Budizmin azınlıkta olup üst sosyokültürel yapıda olduğu her ülke gibi Nepal’de de halkın büyük çoğunluğun algısı Budist-Müslüman çatışmalarından etkilenerek Müslüman nefretine dönüşmüş. Bu konuda Hindular ve Budistler tam bir işbirliği içinde.

Katmandu’daki ikinci günümde temel turistik mekanlar için bana mihmandarlık yapan Hindu kızın gururla kendisini Brahman olarak tanıtmasının ardından bana hangi dine mensup olduğumu sorması üzerine aldığı cevaptan dehşete kapılması esnasında farkına vardığım bu önyargı beni, çok kültürlülük felsefesiyle donanmış benliğimde ilk kez Müslüman kimliğimi vurgulama ihtiyacı hissettiğim bir noktaya getirecekti. Ve ben Nepal’de, ‘dışlanmanın nasıl bir öfke doğurduğuna’ iç sesimi adım adım takip ederek bizzat deneyimleyerek şahit oldum.

Nepal’deki dini yaşama eklemek için anlatacağım tapınak gözlemlerinden önce şunu söylemek isterim ki, aslında Nepalliye her gün kutsal ve her yer tapınak. Evlerindeki minik sunaklardan bahsetmiştim. Her sokakta ve meydanda Hindu tanrı figürleri olan envai çeşit hayvan heykellerine rastlamak mümkün. Halkın işlerine gitmeden önce öpüp kokladıkları, öğrencilerin önünde saygı duruşunda bulunmadan derslerine başlamadıkları bu heykeller bana sevmediğim ‘putperest’ kelimesini çağrıştırdı.  İslam’da heykel haram mı değil mi tartışmalarını dar görüşlülerin sanat sepet düşmanlığı olarak görüp, ‘aklı başındaki hangi insan bir taş parçasına tapınır ki; o put, o put değil yaw, hani para-otorite-kariyer gibi şeyler’ diye tevil eden biri olarak Nepal’deki şaşkınlığım had safhadaydı ama mazur gördüm kendimi. Çünkü şaşkınlığım, bu her şeyiyle farklı kültürü kabul etmememden filan ileri gelmiyordu. Şaşkınlığım Nepal’de geçirdiğim her geçen gün içimde beliren ‘dışlanmaya karşı dışlama ve bu sayede ötekileştirdiklerime karşı içime dönme’ deneyimimdi. 

Sınırların kaldırıldığı, temelinde insan olan evrensel bir hayat görüşüne sahip olarak gittiğim Nepal’den, ‘kaardşim din de hak, kültür de’ demeye başlayan biri olarak dönmemde bu küçük ülkenin sessiz insanlarının etkisi büyük oldu. Katmandu’ya ikinci dönüşümde tepkisel olarak, biraz da merakla yemeklerimi artık Bangladeşli Müslüman bir lokantada yemeğe başladım. Böylelikle Hindu kültürünün ve Budist mahalle baskısının yeraltına ittiği Müslüman Nepallileri tanımaya başladım. Öyle sessiz, öyle korku ve öfke doluydular ki. Çünkü benim bir süreliğine yaşadığım ayrımcılığı ve önyargıyı, hayatların merkezinde yaşamaya mahkumlar. İçlerindeki öfkenin radikal akımlar tarafından fazlasıyla kullanılmaya açık olduğu gerçeği, radikalizmi asla haklı çıkarmasa da bu durumun arka planındaki tarihsel ve sosyopsikolojik olgular acilen ve adilce değerlendirilmeyi bekliyor. Budistlerin Nepal’de ve yakın coğrafyalarda Müslümanlara gösterdiği şiddeti ve bireysel olarak deneyimlediğim ayrımcılığın, vaat edilen evrensel barışla hiçbir şekilde uyuşmaması hissiyatıyla manastır rezervasyonumu şöyle sağlam bir küfürle iptal ettim, yine kendime şaşırarak. ‘Ama Müslümanlar da kafa kesiyor canım’ deyip İslam’a saldıranlarla aynı genellemeci bakış açısında değilim elbet, sadece protesto hakkımı kullandım.   

Nepal Tapınakları

Katmandu’daki büyük tapınakları ziyaret tarihimi, organize edilen büyük kutlamalara da şahit olabilmek için Buddha’nın doğum gününe denk getirmeye çalıştım. Aynı gün hem Katmandu’nun en büyük Budist tapınağı olan Bodnath Stupa’yı hem de en büyük Hindu tapınağı olan Paşupatina’yı (Pashupatinah) ziyaret ettim. Budist tapınağında gün boyu mantralar okundu, tatlılar dağıtıldı. Budist rahipler konuşmalar yaptı. Daire şeklindeki tapınağın etrafı geniş kalabalıklar tarafından tavaf edildi.  O gün tüm Katmandu ahalisi tapınağın bulunduğu mekanda adım atacak yer bırakmadı.

Akşama doğru, Paşupatina’ya giden yol rengarenk çiçekler, biblolar, tütsüler satan el tezgahlarıyla doluydu. Ve Buddha’nın doğum gününün şerefine tıka basa kalabalık tapınağa akın etti. Hinduların Buddha’yı çok önemli bir Hindu lider olarak gördüğünü ve saygı duyduğunu belirtmeliyim. Büyük Hindu tanrılarından biri olan Şiva’nın tapınağı Paşupatina’ya Hindu olmayanların girmesi yasak, ancak avluyu ziyaret edebilmeniz için 10 dolar ödemeniz yeterli görülüyor. Tapınağın geniş avlusunda havalı Nepal kareleri vadeden ‘renkli çilekar yogiler’i fotoğraflayabilmek için onlara da para ödemeniz gerekiyor. 

Kremataryumlar

Daha önce kremataryum-ölülerin yakıldığı yer- görmeyen biri olarak benim için tapınaktaki en ilginç şey, Hindistan’daki Ganj nehrinin Nepal muadili olan Bagmati nehrinin kenarındaki ölü yakma işlemiydi. Saatlerce bu durumu zihnimde algılamaya ve kalbime kabul ettirmeye çalışmam Singapurlu arkadaşım Estelle’e çok garip geldi. ‘E yakmayıp napçaklar ki’ sorusu üzerine insanın içine doğduğu dünyanın kurallarını nasıl da benimsediği üzerine bir kez daha düşündüm. Tapınağın avlusundaki kremataryumda önce ölü bedenler yakılmaya hazırlanıyor. Bizdeki musalla taşı gibi 6-7 tane geniş taş üzerine bir bir konan cesetler dualarla sarmalanıyor. Her bir kata çeşitli tütsüler yerleştiriliyor. Sandal ağacı en baskın olanı. Bu yüzden artık sandal ağacı kokusuna dayanamıyorum. Tapınağın ardından birkaç gün uyuyamadığımı hatırlıyorum. Defalarca yıkamama rağmen kıyafetlerimden ve bedenimden ölüm kokusunun çıkmadığını da..

Yolda gördüğüm her Nepallinin ölünce nasıl yakılacağını düşündüğümü, bolca yakılmak, gömülmek ve ölüm üzerine düşündüğümü de.  Cesetler bir görevli tarafından yakılırken ölülerin yakın akrabaları Bagmati’ye girip günahlarından arınmaya çalışıyor. Ceset dediğin kolay kül haline gelmiyor. Saatler süren işlemin ardından kalanlar nehre bırakılıyor. Sonra sıra yoksul Nepalli çocuklarda. Pantolonlarını dizlerine kadar sıyırarak nehrin içinde ölüden geriye kalan altın dişleri aramaya başlıyorlar. Tapınakta, yakılma işlemi dışındaki ikinci ilginç şey ise sokak köpekleri kadar yaygın maymunlardı. Koloniler halinde tapınağın avlusundan ikamet almış maymun aileleri, insanlardan korkmuyor. Aksine, insanlar onlara karşı oldukça temkinli. Çünkü Nepal’in sokak hayvanları diyebileceğim maymunlar yankesicilik konusunda oldukça başarılı. Bu küçük hırsızlar illaki arka cebinizi yoklarlar, çantanızdan bir şeyler aşırabilirler ya da bakkaldan dondurma çalabilirler.

 Nepal’de İyi Hissetmek

Bir kahve bağımlısı olarak Nepal’de yoksunluk yaşadım, çünkü Nepal’in yerel kahve kültürü yok. Bu yüzden Katmandu’da Tamil bölgesinde iyi ve pahalı kahve sunan Pumpernickel Bakery ve Himalayan Java Cofee’de kahvemi yudumlarken yazdım günlüklerimi. Sınıf farkına karşı biri olarak kendime dair ilginç bir itiraf da şöyle: Sadece masala ve biberiye çayıyla idare edemediğim için değil, aynı zamanda ülkenin ‘egzotik dokusunda kaybolduğumda nefes alabileceğim’, kendimi evimde gibi hissedeceğim, müşterileri sadece turistlerden oluşan bu mekanları Katmandu’dan yorulduğumda Nepallilere inat tercih ettim ve iyi hissettim. 

Aslında Nepal’de beni iyi hissettiren şey ne mistik kültürü ne de tütsülü farklılıkları oldu. Nepal’in el değmemiş muhteşem doğası, insan eliyle oluşturulmuş zevksiz bina yığınları arasında evrenin mağrur efendiliği yanılsamasından samimiyetle çıkabildiğim nadir yerlerdendi. Everest’in yanı sıra, ülke sınırlarında yer alan Annapurna, Kanchenjunga, Makalu, Manaslu ve Dhaulagiri dünyanın en yüksek dağ sıralamasına ilk 10’dan giriyor. Gözümü çevirdiğim her yerde gördüğüm yüksek zirvelerdeki karlı manzara içime kadar işledi. İnsanın gereksiz kibrinin ne denli komik durduğuna dair yeryüzündeki en net cevaplardan biri yüksek dağlar bence. Muson yağmurlarının başlangıcına denk geldiğim için yüksek zirvelere uzanan zorlu yolculuğu göze alamasam da, o dağların eteklerinde bol bol trek yaptım. Annapurna’nın eteklerinde, her adımda etrafımı çeviren bulutların arasında kayboldum.

Dağların yanı sıra geniş gövdelere sahip sık ağaçlardan oluşan ormanlar da iyi hissettiriyor Nepal’de. Nagarkot ormanlarında hiç duymadığım kuş sesleri eşliğinde Everest’e panaromik bir bakış attım. Hindistan sınırına yakın Chitwan’daki milli parkta şansınız yaver giderse meşhur Bengal Kaplanlarını, şansınız olmasa da gergedan ve yaban geyiklerini görme olasılığınız büyük.  Burada, yaklaşık 10 saat süren cangıl yürüyüşünde belgesellerde görebildiğim böceklere dokunabilerek, çapı metrelerce uzunluktaki devasa ağaçlara hayran kalarak, en az Sahara’da hissettiğim kadar evrenin bir parçası gibi hissettim kendimi.

Ve Pokhara Gölü’nün kenarından Annapurna’nın görkemli duruşuna bakmak, Nepal’e dair hatırladığım en güzel şeylerden biri olarak beni iyi hissettirmeye hala devam ediyor. Göle ve Annapurna’ya yüzümü döndüğümde, insana dair tüm çirkinlikler- Pokhara yerel halkının turistik göl kenarı bölgesine girememesi mesela. Ya da Batılı gezginlerin Pokhara Gölü’nün etrafını hippi yaşamı adı altında uyuşturucudan ibaret nihilist yaşamlarıyla işgal etmesi- arkamda kaldı.  Nepal’den Katmandu üzerinden ayrılsam da, bu ülkeye Pokhara’dan, Annapurna’ya olan bitene karşı sabrına hayran kaldığımı söyleyerek veda ettim.  

NEPAL (Uyarı: Spoiler ve Öznel Duruş İçerir)-1

NEPAL (Uyarı: Spoiler ve Öznel Duruş İçerir)-2


[1] Dünya Düzdür/Yirmi birinci Yüzyılın Kısa Tarihi-Thomas Friedman

[2] Kuran, 30/22.

[3] Buddha da der ki: ‘Bizden nefret edenlerden nefret etmeden yaşayalım. Bizden nefret edenler arasında nefretten kurtulmuş olarak yaşayalım.’

*Yazı dizisi boyunca kullanılan tüm fotoğraflar deliliksözleşmesi’ne aittir.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir