Ve ben..

Hayata tutunmak için hep bir arayış içinde olan insanlar, gerçekte tutunamayanlardır. Diğerleri zaten o ya da bu köşesinden bir şekilde tutmuşlardır hayatı. Tutunmaya pek hevesli görünen bu tutunamamazlık timsalleri, hayatın her zerresini dibine kadar sorgular, iyice emin olmak ister nereye varlığının özünü, nereye hologramını dikeceğinden. Böylece her cephede kazanacaklarını düşünseler de aslında yekünde savaşı kaybeden onlar olurlar.

Belki de bir anlam arayışıdır bu. Herkes parsel parsel yatay düzlemini yeşillendirmekten keyif almıyordur. Bazıları da dikey doğrultuda sürdürüyordur hayatını. Kendi varlıklarına somut dünyada bir isim verememiş olanlar vardır aramızda.  Belki de kendi tercihleriyle bilinçli şekilde isim vermemiş olanlar bile vardır.

Kendimi bildim bileli hep gitmek istedim, başka diyarlara. İstediği şeyi bulana kadar deneme yanılmalarla hayatını değiştiren, değiştiremediği yerde başka bir düzlemdeymiş gibi hayatına devam eden, o da olmazsa yakıp yıkan biri oldum.  Sıfırdan başlama fetişisti..

Meraklı ve uyumsuz bir çocukken değişime uğrayıp hep çalışkan ve ‘başarılı’ bir öğrenci oldum. Ne olmak istediğime değil, ne olmam gerektiğine odaklandım. Ama uyum çabalarının sonuç verdiği bir hikaye değil benimki. İlköğretimde şekillenen, ergenlikle netleştirdiğim ‘uzaklar’ teoremim sonucu ‘aşırı bilinçli’ bir tercihle ODTÜ’de Uluslararası İlişkiler okudum. Kendimi hep arafta hissettim. Ne yapmak istediğimden çok ne yapmak istemediğimin cevabını bildim. Herkes Avrupa çalışırken ben Ortadoğu’ya ilgi duydum. Arkadaşlarım Jean Monnet’yle batı exchange’indeyken ben Şam üniversitesinde Arapça kursuna katıldım. O zamanlar sınıfımdaki Ortadoğu algısı ‘Yemen’e gidip çarşafa mı gircen’den ibaret olsa da iç savaşla çalkalanan Yemen ve Irak dışında tüm bölge ülkelerini gezdim, hatta bir kısmında yaşam adacıkları oluşturacak kadar ikamet ettim. Ortadoğu, ‘Arap Baharı’yla popüler hale gelinceye kadar bölgeye ilgimi romantizm esintili bir profesyonellik düzeyinde tuttum. Yüksek lisans tezimi Lübnan üzerine yazdım mesela. Ya da çalıştığım kurumlarda ‘Ortadoğu uzmancılığı’ oynadım.

Siyaset bilimi üzerine uzatmalı doktora adaylığım devam ederken ve bir yandan Ankara’da çalıştığım kurumda yaptığım işe dair sorgulamalarım sürerken hayatımı değiştirmeye karar verdim. O sıralar bu durumu köklü bir değişim olarak adlandırsam da değişenin, hayatımın görünen yüzü olduğunu sonra anlamaya başlayacaktım.  Hayatımın topluma açılan yüzündeki bu değişim; ortalama bir insanın tutturduğu lineer kariyer çizgisine çok da benzemese de, o ana kadar ‘toplumsal ruh’un kafasını bilmiş bir edayla sallayarak hasbelkader onay verdiği yaşam öykümün cık cık ve vah vahlarla diri diri gömülmesine neden oldu desem galiba abartmış olmam.

Biraz beyaz yakalı, biraz sırt çantalı sürdürdüğüm çalışma hayatımın ve aralara serpiştirilmiş Avrupa, Güney Asya, bolca Ortadoğu seyahatlerimin ardından artık yaptığım işi o kadar da profesyonel yapmak istemediğime dair kararımı netleştirdiğimde istifa ediverdim. Emeğin değersizliğini; akademik okumalarımın teorik bilgisinin yanı sıra profesyonel çalışma hayatımın pratiğinde görsem de bu değersizliği ‘henüz’ yeterince idrak edemediğimi freelancer çalışmaya başlayınca anladım.

İnsanın doğuştan getirdiği hak ve özgürlüklerine olduğu kadar sorumluluklarına da hep inanmış biri olarak söyleyecek sözlerim içimde kalmasın istedim. Ve dilerim sorgulayanların, uyumsuzların ve empatların varlığını bilmek, bu gizli delilik sözleşmesi çağında gerçekliğe tutunmak adına umut verici olur.

Delilik sözleşmesi yazarı; uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, dinler tarihi ve sosyolojiyi akademik düzeyde çalışan, psikolojiyi hayat boyu öğrenme tekniğiyle kalaylı bir alaylı olarak benimseyen müzmin bir öğrenme heveslisi, biraz Sokratçılık çokça sosyal izolasyon şeması kaynaklı toplum eleştiricisi, varoluş analisti bir naif bilimci ve tabi tüm bedellerine rağmen hiçbir zaman taraf olmadığı için bertaraf olmayı kabullenen bir toplumsal otistik ve ayna nöronları fazla aktif bir empatiktir.

deliliksozlesmesi@gmail.com