Yakın Dönem Ortadoğu Sinemasından Film Önerileri
Ortadoğu filmlerini seneler önce, akademik çalışma alanım olan bu bölgeyi anlamak üzere başvurduğum yöntemlerden biri olarak, yani pragmatist şekilde izlemeye başlamıştım. Sonrasında bir nevi hobi ve de alışkanlık yapan bir tür oldu benim için. Zamanla iyi yönetmenler keşfedip daha iyi seçimler yapsam da yalın, iddiasız, çoğunlukla kültür endüstrisi içinde kaybolmamış filmler oldukları için hala hemen her bulduğum filmi izlemeye devam ediyorum.
Genel olarak son dönem Ortadoğu sinemasında hikaye ve anlatı yöntemleri değişse de, arka planda her zaman o ülkeye dair yerel tatları bulabilmemiz bu filmleri özel yapıyor. Bu elbette başka coğrafyalar için de geçerli. Herkesin ve her şeyin birbirine benzediği ve tüketmek için yaşayan küresel köyümüz dışında kalabilmiş bu otantikliği seviyorum galiba.
İran Filmlerine Kısa Bakış
Ortadoğu filmleri dediğimizde tek bir sistematik yapıdan bahsetmiyoruz elbette. Bağımsız sinema türünde, düşük bütçeli, az efektli ve hikaye odaklı filmler çoğu. Özellikle İran’ın baskıcı yönetiminin sansürü gölgesinde şekillenen yeni dalga İran sineması oldukça güçlü. Mecid Mecidi gibi İslami değerleri konu alarak rejimle daha barışık bir çizgi izleyen yönetmenler bile, kurumsallaşan din- ahlak ikilemini ve toplumsal yozlaşmayı kolaylıkla konu ediyor. (Altın ve Bakır’da (2011) Mecidi’nin iyi bir hikayeyle molla rejimine naif bir eleştirisi gizlidir örneğin).
İranlı yönetmenlerin başarısı, baskı rejimi altında politik mesaj iletme metotlarındaki yaratıcılıklarında da saklı biraz. Sansüre karşı, bazı imgelere ve metaforlara büründürülen sosyopolitik eleştirileri, gündelik hikayelerle ve insan ilişkilerindeki alt mesajlarla izleyebiliyoruz. İnsan ilişkilerini, toplumsal eleştirileri, kadınları erkekler karşısında ikincil konuma düşüren kurumsal yapıların tezahürlerini İran sinemasında bolca görmek mümkün.
On yıllardır siyasi istikrarı sağlayamayan Afganistan’ın İran’a çok yoğun göç vermesi sonucu İran’da oluşan toplumsal tabakalaşma, ötekileştirme ve göçmen karşıtlığı da İran sinemasında sık işlenen konulardan birisi. Baran (2001- Mecidi) ve Heiran (2009-Shalize Arefpour) Afgan mülteciler sorunsalı üzerine kurulu filmlerin öne çıkanlarından sayılabilir. Son dönem İran sinemasının en usta yönetmenleri arasında Abbas Kiyarüstemi, Muhsin Mahmelbaf, Behman Gobadi ve Asgar Farhadi’yi göstermek mümkün.
Sıcak Savaş Bölgelerinde Sinema
Ortadoğu sinemasının genel özelliği basit gündelik karşılaşmalardan usta işi hikayeler çıkartabilmesi bence. Hikayelere bu coğrafyanın çatışmalı toplum yapısı ve bitmeyen savaşların etkisinde şekillenen bir sosyal psikoloji de katkı sunuyor. Savaş etkisini, özelikle Filistin filmlerinde varoluş mücadelesi olarak görmek mümkün (Ömer-2013- Hany Abu-Assad en bilinen filmlerden biri). Lübnan iç savaşı ve ülkenin çok dinli yapısı, Lübnan filmlerine de kaynak sağlıyor çoğunlukla (Batı Beyrut-1998- Ziad Doueiri, iç savaşı anlatan kült film).
Irak’ı anlatan filmler genellikle Kürtlerin Saddam rejimince bastırıldığı günlerin acısını ya da 1.ve 2.Körfez Savaşı’nın mültecileştirdiği insanlık dramlarını konu alıyor (Kaplumbağalar da Uçar – 2004-Behman Gobadi ve Neredesin Süpermen– 2012-Karzan Kader, bu konuda iyi filmlerden). Savaş ve terörle parçalanan toplumsal yapılar, göç ve yoksulluk, ötekileştirilme, insan hakları ihlalleri gibi arka plan konularına özellikle, sıcak savaşın etkilerinin devam ettiği bölge filmlerinde sıklıkla rastlıyoruz.
Mısır ve Körfez
Bir zamanlar Ortadoğu’nun Hollywood’u olarak kabul edilen Mısır’ın çağdaş otantik sineması artık o kadar parlak olmasa da, Arap Baharı sonrasında hareketlenmeye başlayan bir sektörden bahsetmek mümkün. 25 Ocak 2011 devriminin son dönem Mısır sinemasındaki etkisi, toplumsal dönüşüm ve değişim talepleri üzerinden şekilleniyor. Mubarek karşıtı halk ayaklanmasının yarattığı heyecan ve sonrasında toplumsal sorunların çözülmemesinin (özellikle yoksulluk ve fırsat eşitsizliği) getirdiği bir tablonun neden olduğu hayal kırıklığı son dönem filmlerine yansıyor. Cüzzamlı bir Kıpti’yi öyküleyen Yomeddin (2018), keskin toplum eleştirisine sahip Nawar (2015), toplumsal değişim ve yaşanan kültür çatışmalarını anlatan Mikrofon (2010), HIV taşıyıcısı bir kadının toplumsal önyargılarla mücadelesini anlatan Asmaa (2011) uluslararası ödüllü Mısır filmlerinden.
Zengin Körfez ülkelerine gelince; bu ülkeler henüz sinema konusunda mesafe kat edememesine karşın, kadın hakları ihlallerine karşı direnen kadın yönetmenler bu bölgelerden iyi filmler çıkartabileceğe benziyor.
Son olarak, Ortadoğu coğrafyasından izlemesem olmazdı diyebileceğim birkaç öneriyi sizler için derledim. Rasgele bir sıralamayla ve listeyi kısa tutmaya çalışarak. Sizin de önerileriniz olursa lütfen yorumlara yazın.
Close up- Yakın Plan (1990-İran)
İran yeni dalga sinemasının en ünlü yönetmenlerinden Abbas Kiyarüstemi’nin gerçek bir hikayeden uyarlama filmi. Kiyarüstemi, Kirazın Tadı (1997) ve Rüzgar Bizi Sürükleyecek (1999) gibi Nuri Bilge Ceylanvari filmleri daha çok bilinse de ben Kiyarüstemi’nin en çok Close up filminden etkilendim. Film, kendisini ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf olarak tanıtıp varlıklı bir aileden sponsorluk isteyen bir sinema aşığının başına gelenleri anlatıyor. Kiyerüstemi, gerçek hikayedeki kahramanların hepsini oyuncu olarak kullanmış. Bu fikri daha sonra Mahmelbaf, 1996’da çektiği Ekmek ve Çiçek’te kullanmış ama bence Kiyerüstemi kadar başarılı olamamış.
Wadjda- Vecide (2012- Suudi Arabistan)
Riyad’ın banliyölerinde yaşayan geleneksel kodlarla şekillenmiş alt gelir grubu bir ailenin 10 yaşındaki kızı Vecide’nin bir bisiklete sahip olma isteğinin hikayesi. Bu basit isteğin bir kız çocuğu için ne kadar zorlaşabileceğini izlerken arka planda cinsiyet ayrımcılığının doğal hale geldiği bir toplum yapısını da görüyoruz. Vecide’nin sınırlarını zorlamaktan keyif alan karakteri ve doğal oyunculuğu filmi güzelleştiriyor. Filmin yönetmeninin Suudi Arabistan’ın ilk kadın yönetmeni olduğunu ve film çekiminde cinsiyet ayrımcısı bürokrasiyle çok uğraştığını da ekleyelim.
Cairo 678 (2010-Mısır)
Kadına tacizin artık normal kabul edildiği, kadınların seslerinin çıkartmasının toplumda yankı bulmadığı, her kadının her gün tacize maruz kalabildiği 2000’lerin Kahire’sinde farklı sosyoekonomik statülerden gelen üç kadının tacizi yasal suç haline getirme çabalarını konu ediyor film. Filmdeki 678, taciz vakalarının ağırlıklı olarak konu edildiği 678 numaralı otobüse referansla. Gerçekten de Mısır’da 2010 öncesine kadar taciz suç kabul edilmiyordu ve örneğin bir kadın olarak metronun kadınlar vagonuna değil de erkeklerle karışık vagonuna binerseniz, tacizi baştan kabul etmiş sayılıyordunuz. Bugün Mısır’da taciz suç kapsamında olsa da vakaların bildirilme oranı hala çok düşük düzeyde.
Furuşande-The Salesman- Satıcı (2016- İran)
O bir Asghar Farhadi filmi ve bence şimdilik en başarılısı. Oscar’lı Farhadi daha çok Bir Ayrılık‘la (2010) bilinse de, Satıcı da onun kadar özgün, insan ilişkilerini sorgulayan ve gündelik hikayeleri güzel anlatan türden. Farhadi, filmde tacize uğrayan bir kadının hikayesini hem kadının hem de kocasının gözünden ele alırken kurgusunda kullandığı tiyatrocu eğitimli aile detayıyla toplumsal sorunların ve bu sorunlara verilen tepkilerin sınıfsal ortaklığına dikkat çekiyor. Hikayesi, kurgusu, oyunculuğuyla güçlü bir film.
Kafarnahum (2018-Lübnan)
Yönetmen Nedine Labaki’yi Caramel (2007) filmiyle, bu filmi de Mreyte ya mreyte (ayna ayna) film müziğiyle tanımıştık. Ancak Labaki Kafarnahum’da standardını öyle bir yukarı çekmiş ki, sonraki filmi için yüksek beklentiler nedeniyle kendisine bol şans.
Kafarnahum için söylenecek öyle çok şey var ki. Hayatın zorlukları karşısında teslim olmak yerine direnmeyi seçen bir çocuğun gerçek hikayesini anlatıyor film. Direnmek ama ne direnmek. Hikayenin ajitasyona kaçmadan yapılan kurgusuyla göçmen olmak, öteki olmak, bir de üstüne çocuk olmak bu kadar iyi anlatılırdı sanırım.
Chaharshambe-soori – Çarşamba Ateşi ( 2006- İran)
Hikaye anlatıcılığını en sevdiğim İranlı yönetmen-senarist Asghar Farhadi’nin erken dönem filmlerinden. Farhadi aile üzerinden insan ilişkilerini güzel anlatıyor ve bu filmde de iyi bir rüzgar yakalamış. Film, bir temizlik işçisi genç kadının orta sınıf bir aileyle bir günlük karşılaşmasını öykülüyor. Genç kadın kendisini ailenin duygusal çalkantısının içinde bulduğu gün, aynı zamanda İran’ın yeni yıl öncesi son Çarşamba akşamı kutlanan Çarşamba ateşi şenliklerine denk geliyor.
L’insulte- Hakaret (2017-Lübnan)
Lübnan’ın meşhur iç savaşına neden olan çok kültürlü kimliği pek çok filme konu olacak nitelikte. L’insulte, 1990’da sona eren savaşın aslında zihinlerde hala devam ettiğini anlatan bir film. Senaryo sağlam. Hristiyan bir kimliğin Filistinli göçmen bir kimlikle gündelik bir karşılaşma üzerinden yaşadığı tartışmanın toplum geneline yayılan bir çatışmaya dönmesini hikayeleyen film, kamplaşmanın tekrar tekrar hatırlanmasıyla hep diken üstünde olan Lübnan siyasetini oldukça başarılı işliyor. Nefretin hiç bitmediği, tehlikeli fay hatlarıyla bezeli toplumlara küpe niteliğinde.
Lantouri (2016-İran)
Lantouri, Tahran’da bir suç çetesinin toplumun zengin kesimine yönelik eylemlerini odağa alan bir Reza Dormishian filmi. Film boyunca bir yandan çete üyelerinin itirafları eşliğindeki hikayelerini izliyoruz; bir yandan da sosyolog, insan hakları aktivisti ya da konuya muhafazakar açıdan bakan kişilerin çete üzerinden suç ve toplumla ilgili görüşlerini dinliyoruz. Lantouri, İran toplumundaki sosyal eşitsizliğin ve tabakalaşmanın ulaştığı boyutu radikal bir duruşla eleştiren ve aynı olaya farklı perspektiften bakan pek çok görüşü başarılı şekilde bir araya getiren izlenesi bir film.
The Spy (2019- mini dizi)
Netflix’te bulabileceğiniz bu diziyi sakın es geçmeyin. Öneri dizgemdeki bağımsız filmlerden farklı olsa da, güçlü hikayesi ve anlattığı siyasi olayların çoğunlukla doğruluğu nedeniyle bölge tarihine ilgisi olanları hayal kırıklığına uğratmayacak bir yapım. Gerçek yaşam hikayesinden uyarlanan dizide İsrail ajanı Eli Cohen’in Suriye’deki ajanlık yılları anlatılıyor. Ortadoğu’nun en kronik sorunlarından biri olan Golan Tepeleri üzerinden İsrail-Suriye’nin cephe dışı savaşını arka planda işleyen dizinin yıldızı olan ve Mısırlı Yahudi Eli Cohen’i canlandıran Baron Cohen’in oyunculuğu oldukça başarılı.
Al Midan- The Square- Meydan ( 2014- Mısır)
Mısır-Kanada ortak yapımı bu belgesel, Arap Baharı sürecinde 2011’den 2013’e kadar aralıklı devam eden Tahrir meydanı devrimini anlatıyor. Mısır’ın yakın siyasi tarihini Müslüman Kardeşler’e yapılan haksız darbe ve Rabia’dan ibaret görmeye çalışanlara bir de devrimin ilk fitilini ateşleyen asıl sahiplerini hatırlatan Al-Midan, devrimin çocuklarını nasıl ortadan kaldırdığını anlatıyor. Belgesel, her ne kadar liberal muhalifleri merkez alsa da, Mübarek karşıtı muhalefetin çok parçalı, çok renkli yapısına yer vermeye çalışıyor.
For Sama- Sema İçin (2019-Suriye)
Adı, savaş uçakları olmayan bir gökyüzüne özlemle konulmuş bir savaş çocuğu olan Sema için hazırlanmış bir savaş belgeseli. Annesi Waad El- Kateab bir üniversite öğrencisiyken 2011 sonunda başlıyor kaydetmeye çevresinde yaşananları. Önce Esad karşıtı öğrenci isyanlarını, sonra birden bastıran sıcak savaşı görüntülüyor detaylı olarak. Bombalanan binaları, enkazdan çıkartılan bedenleri, savaşa dair aklınıza ne kadar dehşet geliyorsa işte..
Waad, Aktivist arkadaşlarından Dr.Hamza’yla evleniyor ve sonraki beş yılı Halep düşüp de oradan zorla çıkartılana dek hastanede eşi ve arkadaşlarıyla birlikte yaralılara yardım ederek ve her şeyi olduğu gibi kaydederek geçiriyor. Savaşın acısını bu kadar yakın, bu kadar canlı sunabilir mi başka bir belgesel bilemiyorum. Sık aralıklarla durdurup kendime gelmeye çalışarak izledim. Özellikle bol keseden attıkları sloganlarla uçan kuşa karşı savaş çığırtkanlığı yapan sözde cengaverlere ve empati duygusunu yitirmiş herkese izleme zorunluluğu getirilmesi gereken bir belgesel.