YARA TOPLAYICI : Acıdan Beslenen İnsanlar
Yarasız, travmasız olmak mümkün mü? Elbette değil. Hayat kadar gerçek yaralar da. Hepimiz, benlik bilinci geliştirdiğimizden itibaren yaralarla tanışıyoruz. Hatta bazı teorilere göre genlerimize kaydedilmiş olarak doğuştan getirdiğimiz örselenmelerle başlıyoruz hayata. Sosyalleşmeye başladığımız anda seçimlerimizi, davranışlarımızı, kendimize bakışımızı şekillendiriyor bu travmalar. Üzerine yenilerini, muhtemelen de benzerlerini koyarak ilerliyoruz. Kendi travmalarımıza, kendi yaralarımıza benzer yaraları görüyoruz; onları seviyoruz, seçiyoruz.
Yaralarımız, var oluşumuza ekleniyor bazen de. Yara varsa diyoruz, yaşanmışlık vardır. Dersler vardır çıkarılacak. Yara büyütür insanı, olgunlaştırır, yetkinleştirir diyoruz. İnsan kadar bir birikim, bir ömür kadar öğrenilmişlik verir. Ruh yaralarına şiirler, şarkılar yazılıyor. Güzellemeler diziliyor yaralara dair. Bir yarası, bir derdi olan insan güzeldir. İncitmez, kıymet bilir, yaşamayı da bilir yaşamın tadını da diyoruz. Farkındalıkla yürür hayatı, sabırla ve nezaketle ilerler. Nietzche ve Kierkegaard’ın savunduğu gibi, yaralar kişileri yaşam amacını sorgulatan ve bir anlam arayışına yönelten olumlu bir deneyime de yol verebilir.
Bazıları için de yaralar bir dayanak noktası, bir kaçış planı olur. Yaralarıyla var olur böyle insanlar. Yaralarıyla saygı gördüklerine inanırlar. Yaralarından beslenirler. Bu yüzden de sadece ama sadece yaralarını ve yaralarıyla ilgili şeyleri görürler hayatta. İlişkilerinde, seçimlerinde, yaşamın tüm alanında o insanlar o yaralar olur. İşte bu insanlar yara toplayıcılardır.
‘Yaraya Gülümsedim Her Sabah‘
Yaranın romantize halinin etki alanı ile sağlıksız yana savrulan etki alanının tam ortasından sesleniyor sanki Kalben, Yara şarkısında.
‘Yaraya gülümsedim her sabah,
Yarayı önemsedim,
Yarayı hazırladım gözlere,
Yarayı temizledim..
Yarayı öptüm ellerinden,
Yarayı dinledim..’
Kalben öyle güzel illüstre ediyor ki insanın yarayla, travmayla kurduğu ilişkiyi. Tam anlamıyla yarasının, yaralarının farkında olan birinin dışa vurumu sanki bu şarkı. Bu farkındalık öyle bir boyuta ulaşmış ki, yaralarından bir hayat inşa ettiğinin, yarayı merkeze alan bir benlik kurguladığının bilincinde sözlerle buluşmuş. Yara, her gün toplumsal sahneye çıkarken maskelenip yanında götürdüğü yaşayan bir varlık. Kişinin ayrılmaz bir parçası olmuş.
Bu farkındalık kişisel gelişim yolculuğumuzun ilk sağlam adımı oluyor genellikle. Örselenmelerimizi duyumsuyoruz, sorunların kaynağını dışarıda değil kendimizde aramaya başlıyoruz. Kendimizi tanımaya başlıyoruz; beğensek de beğenmesek de bizi şekillendiren, konfor alanımızı oluşturan travmalarla yüzleşiyoruz.
Sonrasında iki yol çıkıyor karşımıza. İlki; yarayı tanıyıp kabul etmek, iyileştirmek için irade gösterip sorumluluk almak, bedel ödemek. Yaralanmamıza neden olan olayları, kişileri suçlamaktan vaz geçip yaranın sebep olduğu aydınlanmalara kendimizi açmak. Kendimizi duyumsamak, sustuklarımızı dinlemek.
Bilinçli bir farkındalık olmasına gerek yok, yara sahibine varlığını hissettirir. Bilinç altında planlar yapar yarayı kullanışlı hale getirmek için kişi. Bu da seçilebilecek ikinci yoldur. Yarayı merkeze alan, yaradan beslenen, yarayla var olan ve yaranın esiri olan bir yara toplayıcı olmak.
Yara Toplayıcılar
‘Yara toplayıcı’ kavramını ilk kez Joe Navarro, 2004’te yayınladığı ‘Hunting Terrorists: A Look at the Psychopathology of Terror’ adlı kitabında kullandı.[1] Yara toplayıcı, travmalarıyla bir türlü barışamamış, onları iyileştirmek yerine geçmişte yaşamaya devam eden, intikam duygusuna sarılan kişidir. Bu intikam duygusu kendisine, yaralayanlara ya da yarayla ilgili gördüğü her şeye, herkese karşı gelişebilir.
Ben yara toplayıcıyı Drama/Kurban Üçgeni’ndeki Kurban rolüne çok benzetiyorum. Bir yara toplayıcı hem yaralarından şikayetçidir hem de yaralarına sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılaştığı her olayda, her insanda yaralarını görür. Her kötü şey hep onun başına geliyordur, insanların ona mutlaka bir garezi vardır. Tüm acıları, tüm çileleri o çekiyordur. Dünyadaki en şanssız insan odur ve herkes ona yükleniyordur.
Bir yara toplayıcı tam bir enerji emicidir. Dertlerini size boca eder. Makul çözümler sunduğunuzda daha da nevrotik bir hale gelip size yüklenir. Bu durum yara toplayıcının konfor alanının mutsuzluk olmasıyla ilintilidir. Onu tam olarak anlayamadığınızı, acısını küçümsediğinizi söyler. Aslında tek istediği ‘vah vah, çok çekmişsin’ demenizdir. Sanki bu yaralı ve acılı halden, acılarının büyütülüp takdir görmesinden garip bir haz duyar. Çünkü bir bakıma artık bu yaralar haline gelmiştir yara toplayıcı. Yaraları olmadan, var olmayacakmış gibi hisseder.
İnsanlar Neden Yara Toplar
Çocukken duygusal ihtiyaçları karşılanmayan kişiler, başarısız olduklarında ya da mutlu olmadıklarında başkalarını suçlama eğilimine girer. Çocukken duygusal ihtiyaçlarının tam olarak karşılandığı insan sayısı oldukça azdır, öyle değil mi? Her birimiz bir şekilde ihmal edilip travmalara maruz kaldık çocukluğumuzda. Peki neden bazıları kendi yetişkin sorumluluğunu almak yerine dışsal nedenlere bu denli yüklenip bir sürü bahane etrafında sürdürür hayatını?
İrade gösterip hayatının sorumluluğunu almak ya da almamak arasında yapılan bir seçimle ilişkilidir yara toplayıcı olup olmamak. Sindrella masalındaki zavallı ‘kurban’ olmak, etrafındaki ‘zorba’ üvey anne ve kardeşlerin çektirdiği acılara katlanmak zorunda kalırken ‘kurtarıcı’ bir prens beklemek bir seçimdir elbette. Ancak hem yara toplayıcı, hem de çevresindekiler için oldukça zorlayıcı sonuçları olan bir seçimdir.
Bir yara toplayıcı kendisini kurban olarak görür. Yaralarından dolayı bir nevi ‘ikincil kazanım’ peşindedir. Hayattan pozitif ayrımcılık bekler. En işlevsel yaralarını süsleyerek sunar ve bundan bir kazanç umar. Toplumumuzda saçını süpürge edip zorba kocasının her türlü eziyetine çocukları için katlanan anne modeli tam bir yara toplayıcı örneğidir. İkincil kazanımla çocuklarının da kendilerini ona adamasını bekler.
Bir yara toplayıcı, ‘ben bu kadar çektim, şimdi hayat beni mutlu etsin’ şeklinde bir beklenti içindedir içten içe. Böyle bir döngü hiç de gerçekçi değildir oysa. Edilgence hayatın kıyısında oturup mutluluk yağmasını beklemek sonuç getirmeyeceğinden yara toplayıcılar giderek daha da mutsuzlaşır. Şansları bir türlü yaver gitmez, trafikte seçtikleri şerit tıkanır, girdikleri kuyruk bir türlü ilerlemez, neye ellerini atsalar kuruturlar onlara göre. Tüm bunlar kendini gerçekleştiren kehanetle ilişkilidir ve bu kehanetlerinin gerçekleşmesi yara toplayıcılara garip bir haz verir.
Acıyı Sevmek Olur mu?
İnsan acıdan kaçan bir varlık olarak tanımlanır. Yara toplayıcılarsa acılarıyla kendilerini iyi hissederler. Acıyı severler. Acıdan bahsetmek, acı çekmek bir bakıma konfor alanıdır onlar için. Her şey iyi gittiğinde bir boşluk hissine kapılırlar. Alıştıkları, kendilerini rahat hissettikleri durum acı çekilen, mutsuz hissettiren durumlar olduğu için hep bir mutsuzluk arayışındadırlar. Bazı toplumlarda yaygın görülen çileyi sevme ve çilecilikten kazanç umma anlayışının yanı sıra, acının kutsanması da yara toplayıcılık ve kurban psikolojisiyle ilişkilidir.
Acıdan keyif almak anlamında bir mazoşizm, bastırılmış bir suçluluk duygusuna dayalı sağlam bir çekirdek inancı barındırır. Kişi derinlerde suçlu olduğuna inanır. Çektiği acılar da bu suçun cezası, bir çeşit tazminatıdır. Bu yüzden acılardan bahsetmek, yaralara sarılmak bir süre rahatlatır yara toplayıcıları. Sonra çekilen acının bedeli olarak bir mutluluk beklenir. Bunun için irade ortaya konmadığından döngü, yara toplayıcının etrafına yönelttiği zorbaca davranışlara doğru evrilir.
Yara toplayıcı, bu kısır döngüden kurtulmak yerine ısrarla yarada takılı kalır. Geçmişte yaşar. Hem affetmez, hem de arkasında bırakıp yürüyüp gitmez. Geçmişte yaşadığından anın sorumluluklarını çoğu zaman yerine getiremez. İşlevsel olmayan bir hayat ona beklediğinin aksine mutlu bir gelecek de sunmaz.
Sosyal Hayatta Yara Toplayıcılar
Her yara toplayıcının derinlerinde bir intikam duygusu yatar. Yaraya neden olandan, hayattan, kendinden intikam alma duygusu. Çoğu zaman pasif agresyonlarla intikam alır ya da zarar verme isteğini kendisinde tatmin eder. Özdeğer ve özşefkatten yoksun yara toplayıcılar, kendilerine karşı hep yıkıcı olur. Ama yanlış giden şeylerin sebebini asla kendi iradeleri ve sorumluluklarında aramazlar. Her zaman bir bahaneye sığınırlar. En genel bahaneyse şu olur: Onlar hayatın kurbanlarıdır ve kurban kutsaldır.
Bir yara toplayıcı, çok farklı görünümlerde karşınıza çıkabilir. Bazıları histeriktir. Çok uzaktan bile yakarışları, dert yanmaları, iç çekişleri duyulur. Bazıları şişirilmiş egolarıyla kendilerine yapılan yanlışların acısını nasıl çıkartacağı planlarını paylaşır sizinle. Bazıları aziz görünümlü sabır taşlarıdır. Hayatın rüzgarı onlara hep tersten esse de travmalarından yaptıkları taçlarıyla kutsal bir İsa heykeli gibi çarmıhta gururla asılı kalırlar.
Bir yara toplayıcı, her zaman yaralarını daha da derinleştirecek ilişkilere kapılır. Duygusal olarak onlara zarar veren partnerleri seçer. Toksik ilişkilere dahil olur ve bu ilişkileri devam ettirir. Müstakbel partnerindeki yarayı ya da kendi yarasını kanatma ihtimalini bilinçsizce sezer. Bu yüzden kendisine zaten alışkın olduğu yara atmosferini, acılı konfor alanını yaşatacak kişilere kapılır. Yara toplayıcılar incindiklerinde tepki vermezler. Toleransları yüksektir. Sınır çizemez, hayır diyemezler. Nasılsa bunun acısını bir şekilde çıkaracaklardır.
İlişkilerde taraflardan biri yara toplayıcıysa, diğer partner çözüldüğünü düşündüğü konuyla yıllar sonra bile karşılaşabilir. Hiçbir özür bir yara toplayıcı için yeterli değildir. Çünkü o affetmek de, unutmak da istemez. Yaralarının iyileşmesini istemediğinden, hiçbir durum yaralarına iyi gelmez.
Yara Toplayıcı Olmak Kader mi?
Yara toplayıcılık, ‘incinmiş çocuk’ modundan ziyade ‘cezalandırıcı ebeveyn’ modunun getirdiği iç sese boğulmakla ilişkilidir[2]. İncinmiş çocuk şefkat arayışındadır ve ilgi ve şefkat beklentisi karşılandığında rahatlar. Cezalandırıcı ebeveyn modundan yansıyan ses ise, yara toplayıcının içinde taşıdığı suçluluk duygusunun sönümlenmesine asla izin vermez. Bu durum, öfkeyi hep diri tutar. Bu sebeple ruhsal dengeye erişeceği tek konum kendine acıyıp duracağı, başkalarının da kendi acısına saygı göstereceği bir tür ‘kurban olmanın dayanılmaz hafifiliği’dir.
Yara toplayıcılar, yaraya takılıp kaldığından bir hayat inşa etmeye zaman ve enerji bulamaz. Sorumluluktan ve etkin bir iradenin getirdiği yükümlülüklerden uzak bir hayatla acıya, yaraya dayanarak varoluşlarını ortaya koyma konforunda bir yerde oyalanırlar.
Oysa yara toplayıcılık kutsal olmadığı gibi kader de değildir. Sözün başına dönersek, deneyimlediğimiz travmaların bizi daha olgun, daha yetkin ve daha güçlü hale getirmesi mümkün olduğu gibi; daha zayıf, daha pasif ve daha mutsuz hale getirmesi de mümkündür. Yara toplayıcı olup olmamak bir seçimdir. Kendimizi ifade etmek, varoluşumuza bir anlam yüklemek için tek seçeneğimiz çektiğimiz acılar değil. Yaralar, yapamama-olamama halimizin kullanışlı bir bahanesi olmasın. Bırakalım yara bizi olgunlaştırsın. Olma halimizin iyileştirici, dönüştürücü bir parçası olsun sadece.
[1] Joe Navarro M.A; “Wound Collectors,” https://www.psychologytoday.com/us/blog/spycatcher/201304/wound-collectors
[2] David Edwards, “Self-pity / Victim: A Surrenderer Schema Mode” https://schematherapysociety.org/page-18464